GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
1 Şubat 2018 Perşembe

İkibinli yılların getirdikleri

İkibinli yılların ilk çeyreğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi tartışmaya açılırken, siyasal islamın öne çıktığına ve devlet kurumlarının yeniden yapılandırıldığına tanık olduk.

Fakat bu tanıklığa rağmen, değişim adına siyasal alanda olan biteni okumakta genellikle çok zorlandık. Siyasete egemen olan akıl ile toplumsal alanın ihtiyaçlarının buluşması hep sıkıntılı oldu. Bilgi toplumuna dayalı olarak küresel ölçekte ortaya çıkan değişim ihtiyacı ile iktidarın yürüttüğü yerli ve milli değişim programı örtüşmüyor.

AKP iktidarda, CHP ana muhalefette, HDP sol muhalefette, MHP ise derin devletin gölgesinde, yaptıkları ve yapamadıklarıyla, bu dönemin siyasi aktörleri olarak tarihe geçecekler. Tarihe nasıl geçecekleri ise, en erken bir yıl, en geç iki yıl içinde belli olacak.

Otokrasi mi, demokrasi mi? Tam bu yol ayrımında, Türkiye, tarihe hangi kaydı düşeceğine karar verecek. Toplumsal mutabakat veya toplumsal ayrışma…

Ülkedeki siyasal kamplaşmanın ortaya çıkardığı tabloya bakarak, en geç iki yıl içinde yapılacak seçimlerde, Türkiye’nin otokrasi ile demokrasi arasında kritik bir seçim yapacağını söyleyebiliyoruz. Ama bu süreçte, demokrasi isteyenlerin nasıl birlikte hareket edeceğini henüz söyleyen yok. Tam bu nedenle, birlikte hareket etmenin koşullarının konuşulmasının ve belirlenmesinin zamanıdır.

Farklı siyasetlerin birlikte muhalefet yapmasının koşulları var. Ancak bu koşullardan nasıl olacak da birlikte mücadele için ortak bir program çıkacak, meseleler nasıl ele alınacak, bunu bilmeye ihtiyacımız var.

Ekonomik sistem sürekli eşitsizlik üretiyor. Gelir dağılımı bozuk. Dünya nüfusunun dörtte üçü yoksul.

Demokrasiyle yönetilen ülkelerin, günümüz sosyolojisinin gerektirdiği yapısal değişimi demokratik yönetim biçimine yansıtmak için, yeni demokrasiyi konuşması lazım.

İnsan haklarına dayalı devletin inşasını mümkün kılacak yeni yapılanma üstüne konuşmak lazım.

Ülke ekonomisi sıkıntılı, inşaat sektörüne ve ranta yaslanarak bu kadar oluyor. Bilişim, enerji, endüstriyel üretim, tarım ve hayvancılık alanlarında izlene gelen politikalar başarılı değil.

Köylerin geleceği, tarımın durumu, iklim değişikliği ve çevre sorunları gibi temel meseleler ertelendikçe, insanlık durumu daha kötüye gidecek. Bunların konuşulması lazım.

Eğitimde ülkenin içine düşürüldüğü çıkmazdan nasıl kurtarılacağı, açık bir dille topluma anlatılmalı.

Adalete güven sarsıldı. Hukukun üstünlüğü ilkesi yeniden nasıl inşa edilecek, bunu bilmeye herkesin çok ihtiyacı var.

Ülkenin meseleleri konuşulmalı ve çıkan sonuçlar, elde edilen veriler, çözüm yolları, iktidar getirecek bir ortak programa dönüştürülmeli.

Ekonomik ve sosyal sorunların çözümüne giden yol, toplumsal barışın da yoludur.

Artık biliyoruz ki ikibinli yıllar, Türkiye’yi bir kere daha tarihi bir hesaplaşmanın eşiğine getirdi.

Üçyüz yıllık bir meselenin rövanşını almak üzere, doğulu otoriter zihniyet geri döndü. 1923’te kaybedilen mücadelenin izleri çok belirgin; “Nerede kalmıştık?” diye soruyorlar… 1400 yıllık hasretlerini dindirmek gibi bir arzuları var...

Doğu-Batı hattı gerilim yüklü. Ülke, bitmemiş hesapların görüldüğü bir hengâmenin orta yerinde. Toplum, kavganın veya barışın eşiğinde. Bir tercih yapacağız. Yeni toplumsal mutabakatın aydınlığı veya din ve etnisite grupları arasında hesaplaşma ve ayrışmanın karanlığı… Tercih bizim.