Salgın ve doğal afetlerle değişen ve dönüşen dünya dinamikleri,
yaşamsal sorumluluklarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerektiğine dikkat çekerken,
farkındalığı yüksek bireyler olarak hayata katılabilmenin de mümkün olabileceğinin altını çiziyor.
Nasıl mı?
Kolektif farkındalığı ekolojik okuryazarlık bilinciyle destekleyerek...
Doğayla uyum sürecimizde,
ihtiyaçlarımız dahilinde sağlıklı üretim-tüketim dengesini kurabilmenin ve
doğa dostu yaşam sürmekle mümkün olabileceği fikrinin
sadece okulda öğrenilen bir bilgi olmadığını anlayarak...
Üzerinde yaşadığımız gezegenin bizlere cömertçe sunduğu kaynakları korumanın
yaşamsal erdemler arasında olduğunu sürekli hatırlayarak...
Doğanın sesine kulak verdiğimizde,
ekosistem ve insan arasındaki sürdürülebilir ve geliştirilebilir ilişkinin
‘öğrenilebilir’ bir süreç olduğunu anlamak çok da zor değil.
Yaşayarak öğrenme prensibini genç nesillere aktarırken,
duyusal becerilerinin gelişimine olanak verebilecek etkinliklere dahil edilmeleri,
ve bilhassa doğada düzenli zaman geçirmelerini sağlamak,
insana doğanın önemli bir parçası olduğunu keşfetme şansı verirken
ekolojik okuryazarlığın kitlesel boyutta gelişimine de olumlu katkı sağlayacaktır.
Bu bütüncül bakış açısıyla yetişen nesiller,
çevresel duyarlılık erdemini ilke edinerek,
çevreci değişim ve dönüşümün sınırlarını da öğrenecekler.
Doğayı bilinçsizce tahrip etmenin acı faturasını ödediğimiz şu günlerde,
bakmak ve görmek arasındaki farkı
yakılıp yıkılan ormanlarımızla,
düşük maliyet uğruna inşa edilen binaların enkazında yiten hayatlarla,
ve tarım alanlarında bilinçsiz kullanılan kimyasalların
bedenimize verdiği zararlarla idrak ediyoruz.
Anlamlandırabilme becerisinin gelişimi açısından,
eğitimde doğayı merkez almak,
öncelikli benimsenmesi gereken prensiplerin oluşturulması ve uygulanması bu açıdan çok önemli.
Neden mi?
Doğa duyarlılığı oluşturabildiğimiz bir çevrede,
daha yaşanabilir hayatlar kurabiliriz.
Doğa anlayışının yaygınlaşması sadece bilimsel anlamda değil,
yaşam becerilerinin gelişimi açısından da son derece önemli.
Çünkü;
İhtiyaç analizi yapmak, problem çözme becerilerini geliştirmek,
sebep-sonuç ilişkisi kurmak yaşamsal felsefenin temelini oluşturan düşünsel eylemlere dahil.
Ve de,
öğrendikçe gelişen, geliştikçe nitelikli yaşam becerisi kazanan bireylerin
toplumu taşıyabileceği nokta paha biçilemez.
Bu hayali ülke çapında gerçek kılmak için yola çıkan TEMA Vakfı’nın
Türkiye’de ekolojik okuryazarlığın yaygınlaşması ve
doğayla bütünleşmiş yaşam projesine katkıda bulunmak
hepimizin ortak sorumluluğu...
Özellikle pandemi döneminde yapılan araştırmalar,
ekolojik dengenin bozulması ve ekosistemin tahribiyle
salgın arasında kuvvetli ilişki bulunduğuna dikkat çekiyor.
Uzmanlar, birçok hayvan ve bitki örtüsünün barındığı
tropik ormanların tahrip edilmesinin,
virüslerin doğal konaklarından ayrılarak
çevre değiştirdiği konusunda hemfikir.
Bu ne demek?
Ekolojik sistem çeşitliliğinin zayıflaması
virüslerle mücadeleyi zorlaştırıyor demek.
Ekosistem dengesinin tahribatı ile
hızlı şehirleşme arasında sıcak bir ilişki var demek.
Bu ilişkiye değinelim:
Dünyanın birçok yerinde ve özellikle uzak doğuda hayli revaçta olan “ıslak pazarlar”
vahşi hayvan ticaretinin merkezi.
Nitekim Wuhan şehrinin bu merkezlerden biri olduğunu
geçen yıl Şubat ayında tüm dünya öğrendi.
Çin hükümetinin canlı hayvan ve ıslak pazarları kapatması
virüsün dünya çapında yayılımını azaltsa da,
bertaraf edilmesini sağlamadı.
Resme biraz daha geriden bakınca,
virüse karşı yürüttüğümüz global mücadelenin
ekolojik okuryazarlık bilinci ile başarılı olabileceğini görüyoruz.
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyoruz.
Ekolojik açıdan benimseyeceğimiz yapılandırmacı prensip uygulamaları ve yaklaşımlar,
ileride nasıl bir dünyada yaşamak istediğimiz
ve birey-toplum bazında aldığımız tedbirlerle doğru orantılı.
Ekosistemin sağlığı, bizim sağlığımız.
Dünya hepimizin...
Çevre bilincinin yaygınlaşmasına katkı sağlamak ve doğayı iyileştirmek elimizde...
Sağlıkla kalın.