GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
22 Aralık 2017 Cuma

Bir ihtimal olarak hiçliğinden varolmak

Stephen Hawking yine uyarmış; Dünya 2600’lü yılları ya görür ya görmezmiş… Âdemoğlunun hoyratlığının Dünya’yı bir ateş topuna dönüştürmesi kaçınılmazmış… İnsanın yaşam koşullarına uygun yeni bir gezegen bulmak lazımmış…

Kısacası, Dünya’yı tükettik. Sıra başka gezegende...

Avcı, toplayıcı toplulukların sonu ve tarım toplumunun ortaya çıkışı… Mülkiyetin keşfi… Uygarlığın kuruluşu… Toplumsallaşma… Üretim/tüketim sarmalında metalaşma… Muktedirlerin sürgit iktidarı… Ve bitmeyen gösteri…

İşte insanlığın büyük trajedisinin özeti… İşte insanlık trajedisinin kahramanı “Yabancı”nın ortaya çıkış öyküsünün bölüm başlıkları…

Soyutlama yeteneği gelişen insan, anlamı imgelere yükleyerek düşünmeyi öğrendi. Böylece temsil kavramı insan yaşamına girdi. Temsilin insan yaşamına girmesiyle de idoller önünde eğilmeyi öğrenen insanın iki yakası bir daha bir araya gelmedi.

Vaat edilen hiçbir şey yoktu, aslında… Giderek akıllanan insan, soyutlamayı da öğrenince, varlığını anlamlandırmak istedi. Madem vardı, neden bir var eden olmasındı?

Zihninde canlanan bu arzusu dile gelip evrende yankılanarak kendisine geri döndüğünde, tanrının sesi oldu. Zihnini işgal eden bütün soruların, korkuların cevabı bu seste vardı… Varsın kendi sesinin yankısı olsun, değil mi ki derdine dermandı…

Nihayetinde, hiçlikten varlığa giden yolu bulan insan, anlamı sembollere yüklemek suretiyle inşa ettiği tanrısal varoluşta, hiçlik duygusunun yarattığı travmayı iyileştirmeyi başardı.

Cinnetin eşiğinden böylece dönen insan, tanrısal sığınaktan kafasını bir daha da dışarı çıkarmadı.

Lakin hiçlik duygusunu tanrı olgusuyla bastıran insan, Tanrı önünde sınırsız bir itaat ile diz çökerken, yeryüzü tanrılarına verdiği ilhamla hiçliğini arar hale geleceğini elbet de bilmiyordu.

Tanrıya sırtını dayadıktan sonra varoluşuna da böylece anlam yükleyen insan, muhtemelen çok rahatlamıştı. Kafasında dolanan tehlikeli sorulardan kurtulunca; önce, mekân edindiği yeryüzünü mülk edinmeye başladı, sonra da, bugün içinde debelendiğimiz uygarlığı kurdu, Homospaiens.

Ve Tanrıyı bulduk… Ve mülkiyeti keşfettik… Ve uygarlığı kurduk… Düşünmeyi öğrenen insan, işte bu üçgende, toplu halde yaşamaktan toplumsal yaşama doğru bir evrim geçirdi. Bugün yaşadığımız toplumsallığın temeli orada atıldı. Sistemin her birimizi, evimizde, okulumuzda, işyerimizde, tek tek teslim aldığı toplumsal yaşam…

Şimdi uygarlığın getirdiği yerde, toplumsallığıyla müsemma varoluşunu, bu görüntü ve gürültüden ibaret tüketim cehenneminde kutsuyor, insan.

Her şeyin sonlu, bitimli olduğu evrende hiçlik, bir tür varoluştur. Varlığın karinesi olarak hiçlik bilinci delil üretir; alet yapmaktan uygarlık kurmaya…

Ama insan hiçliğini hiçbir zaman alt edemedi; ne dünyevi ne uhrevi olanda hiçliğine derman bulabildi. Tek tesellisi, sonsuzlukta sonluluğu tanrısal yaratıya bağlamak oldu.

Hiçliğini bilmek veya farkında olmak ve bu acı bilgiyle yaşamak, insanı yeryüzüne ait kılıyor. Dünya’nın başına ne gelirse insanın da başına aynısının geleceğini bilmenin getirdiği erginlik hali, varlığından ziyade hiçliğinde değerli yapıyor insanı.