GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
31 Ekim 2020 Cumartesi

Başkasının acısını duyabilmek

“Acı duyabiliyorsan canlısın, başkasının acısını duyabiliyorsan insansın” Depremin acısı hafiflemez elbette. İnsan olmak adına o acıları duyuyoruz biz de… Bu ölümlerin sebebi bellidir… Plansızlık, hırsızlık, imar afları… İnsan bu acılarda farklı şey söylemeye utanıyor. Sanki umursamaz olacakmış hissiyatına kapılıyor. Çünkü biliyoruz ki, çürük binaları affedenler, dere yataklarını imara açanlar, deprem gerçeğini bile bile rant yaratanlar zerre utanmıyor ve yüzleri kızarmıyor.

Deprem riskinin en yüksek olduğu İstanbul’da 484.875 ve İzmir’de 242.604 imar affına başvuru yapılmış. Ne durumda olduğu belli olmayan bu binaların olası depremde yıkılacağı, ölümlere neden olacağı açıkça belli değil miydi?

Gazetecilik mesleğine başlayalı 40 yılı geçti, ilk deprem haberini yaptığım Prof. Yılmaz Savaşçın’dan şu sözü duyalı 35 sene oluyor sanırım: Deprem öldürmez, kötü inşaat, üçkağıtçı müteahhit, bunlara göz yuman siyaset öldürür. Kendimi bildim bileli, bu ülkede şu iki konuda, iktidar/muhalefet elbirliğiyle “millî birlik ve beraberlik” hep sağlanmıştır: Tembel öğrenciler için “öğrenci affı” ve yasal olmayan yapılar için “imar affı”

Şehir Plancısı olarak çok değer verdiğim Cengiz Türksoy’dan dinlemiştim:

Kent planlamada uzmanı, uzmanlığı, bilimi ve bilimsel çalışmayı umursamamak; genel kültür düzeyindeki bilgi birikimiyle kente ilişkin “ahkam kesme” anlayışları ve “haddini bilmemek” ne yalnızca zamanımıza ne de yalnızca kentimize özgüdür. 1930’lu yıllarda, Ankara’nın planlı gelişimi için görevlendirilmiş olan Prof. Herman Jansen bile bu durumdan yakınmıştır. Prof. Jansen, dönemin vali ve belediye başkanı Nevzat Tandoğan için “Tuhaf zat şu valiniz, evinde iki ampulü yanmasa bir elektrikçi çağırır. Tesisata el sürmez. Çünkü elektrikte ölüm vardır. Ölüm olmadığı için benim planıma durmadan karışıyor. Halbuki şehircilik, elektrik tesisçiliğinden çok daha ince bir sanattır” demektedir. Jansen’in, arkasında Atatürk gibi bir önder olmasına karşın böyle yakındığı düşünülürse, günümüzdeki kent planlama eylemlerinin hangi koşullarda sürdürüldüğü çok daha iyi anlaşılacaktır.

***

Depremin şiddeti konusunda kafamız karışık. Bu anlaşamama nedeni üzerine rivayet muhtelif… Devlete göre 6.6 ve Kandilli’ye göre ise 6.9… Her neyse… İzmir’de 200 bin yapı var. 20’si yıkıldı. Her şeye rağmen çok daha fazla yıkım beklenebilirdi. Şu fotoğrafa bakıp duruyorum dört bir tarafı sapasağlam binalar, ortadaki toz… Anlamaya çalışıyorum.

Yapı üretim sürecinin maalesef giderek mühendisin ve teknik bilginin geri plana itildiği, itibarsızlaştırıldığı bir yola girmesi telafisi olmayan sonuçlara neden oluyor. TV’lere bakıyorum inşaat mühendisleri hariç herkes TV'lerde,binadan, kolondan, kirişten bahsediyor... Neden İzmir bu depremi böyle yaşadı sorusuna karşılık veren yok…

Bunu uzun yıllar İnşaat Mühendisleri Odası Genel Başkanlığı yapan, kentimizin değerli statik uzmanı, Konak eski Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ’a sordum. Uzun uzun konuştuk, bu konuşmanın ayrıntılarını da yazacağım. Tunçağ, İzmir’deki tüm yapıların 1974’ten beri bir şekilde denetlendiğini ama sonra imar afları ile sıkıntının büyüdüğünü söyledi. Ve İzmir’deki yapı stoğunun diğer büyük kentlere göre nispeten kaliteli olduğunu dile getirdi.

Doğada ve yaşamda her şeyin nedeni ve sonucu var. Neden ve sonucu birbirine karıştırmadığınız sürece bilimsellikten ayrılmazsınız. Metafizik ile bilimselliğin arasındaki en önemli ayrım burada kendisini gösterir.

Metafizik düşünce ya nedeni aramaz, olgu ve oluşumları belli bir kaynağa bağlayarak en karmaşık konuların bile içinden sıyrılır ya da sonucu neden gibi göstererek her şeyi üstün iradenin tercihi ile açıklar. Bilimsellik ise olgu ve oluşumları her zaman bir nedensellik bağlamında irdeler, çözümler ve açıklamaya çalışır.

Tam bunları yazdım ve CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nu gördüm TV’nin birinde şöyle diyordu: “İki yıl önce imar affı çıkarıldı. Sadece Bayraklı’da 34 bin ruhsatsız yapı, denetim ve kontrol yapılmadan para karşılığında ruhsatlandırıldı.”

***

35 yıllık bilgimizi tekrarlayalım; “Deprem sel fırtına öldürmez öldüren malzemeden çalan müteahhit malzemeden çalmaya göz yuman denetim firmaları, şartnameye uymayan binalara ruhsat veren yerel yönetimler, sürekli imar affı veren genel yönetimler ve bunlara karşıdan bakıp “avantadan bana da pay düşer mi?” diye bakan ahalidir.

Bu depremde acı gerçeği yeniden gördük. İnşaat sektörü “ucuza üret, pahalıya sat” mantığıyla çalışıyor. İzmir’de çöken binaları kim yaptıysa ivedilikle ortaya çıkarılmalı ve en ağır cezalara çarptırılmalı.

Pimi çekilmiş bomba misali bekleyen “imar affı” binaları hemen ve çok sıkı bir şekilde denetlenmeli.