GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
29 Eylül 2017 Cuma

'O yıldızlar hiç sönmesin' diyoruz da ne yapıyoruz?

Kaderin garip cilvesine bakın ki…

Başka kentlerde doğup, büyüdüler; yıldız olup kalplere girdiler ama…

Her ikisi de hayata gözlerini İzmir’de yumdu…

…Ve de, ne ilginçtir ki…

Biri 1996’nın 24 Eylül gecesi, diğeri 2012’nin 25 Eylül sabahı bu dünyadan göçüp, gitti…

Vefat ettiklerinde biri 64, diğeri 74 yaşındaydı…

16 yıl arayla ama…

Saat farkıyla, arka arkaya bulutların üstünde meleklerle buluştular…

Bu “kahırlı dünya”ya el salladıklarında milyonlar ağladı…

Takdir-i İlahi takvim yapraklarını arka arkaya getirse de…

Birinin vefatının üstünden 21 yıl…

Diğerinin beş yıl geçti…

Hepsinden önemlisi…

Ne boşalttıkları yerler doluyor ne de seslendirdikleri eserler dillerden düşüyor…

Bu millet, birini “Sanat Güneşi” unvanıyla taçlandırdı; diğerini “Bozkırın Tezenesi” diye alkışladı…

***

“Paşa” önemli rütbedir… Bu millet Zeki Müren’i “Paşam” diye sevip, bağrına bastı; ışığı hiç sönmeyen “Sanat Güneşi” diye söz etti… Her şeyi ile “sembol”dü… İzmir’de canlı yayınlanan bir TRT programında son nefesini verirken, giydiği siyah taşlı kostümünün adı bile “Son Gece”ydi… 17 yaşından beri Türkiye radyolarında şarkı söylüyordu ama Devlet Baba O’na, ancak 60 yaşında “Devlet Sanatçısı” unvanını layık gördü… Tevazu içinde kabul etti; gıkını bile çıkarmadı… “Altın Plak”ın, Türkiye’deki ilk sahibi oldu… 300’den fazla dillerden düşmeyen besteye imza attı… Türk Sanat Müziği’nde sahne hayatına Cumhuriyet Tarihi’nde görülmemiş yenilikler getirdi… Billur gibi bir sesle “duru” ve “temiz” Türkçe’nin konuşulmasına büyük katkı koydu… Çevirdiği filmleri seyretmek isteyen hayranları sinemaların kapılarını kırdı… 700’den fazla plak ve kaset yaptı… Ve; bu ülkenin insanına, o ölümsüz şarkısındaki gibi…

“Ben suyumu kazandım da içtim… / Ekmeğimi böldüm de yedim… / Alkışı duydum, ihaneti gördüm… / Sen de başını alıp gitme ne olur… / Ne olur tut ellerimi…” diyerek veda etti…

***

Abdallık geleneğinin son temsilcisiydi Neşet Ertaş… Orta Anadolu’dan, Kırşehir’den duyurmuştu Türkiye’ye sesini… Hep, ilk plağındaki “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül?” ile tanındı, sevildi; gönüllerde taht kurdu… İlk çalgısı annesinin çamaşır tokmağına tel takarak yaptığı oyuncak bağlamaydı… Sazı ve sesi öylesine etkiliydi ki, dinleyenlerin içi gider, gözyaşlarını tutamazdı… Bırakın Türkiye’yi, dünya çapında öyle ünlü oldu ki, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, O acıklı sesi, “Yaşayan İnsan Hazinesi” ilan etti… Devlet Baba durumu fark etti… Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, “Devlet Sanatçısı” unvanı vermek istedi… O “koca yürekli” halk ozanı, ne dese beğenirsiniz?

“Hepimiz bu Devlet’in sanatçısıyız… Ayrıca bir Devlet Sanatçısı unvanı bana ayrımcılık geliyor…”

O unvanı geri çevirdi; o ufak-tefek sanatçı milletin gözünde “dev” oldu… Bir şarkısı var ki, dillerden düşmüyor yıllardır…

“Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor… / Hiçbir tabip şu yarama merhem olmuyor… / Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor… / Gönlüm hep seni arıyor, neredesin?”

Bu sözlerin sahibi, İzmir’deki hastane odasında bizlere veda ederken adeta bizlere başka bir eserini hatırlatıyor gibiydi…

“Aşk biterse yorulur insan… / Ben ne zaman ölürsem… / Neşet yoruldu desinler…”

***

“Sanat Güneşi”nin vefatının üstünden 21 yıl…

“Bozkırın Tezenesi”ne veda edişimizin üstünden 5 yıl geçti…

Türkiye genelinde…

İki büyük ustayı bu hafta sadece “tek-tük” konserle andık / anabildik!

Oysa, her iki usta da İzmir’de hayata veda etmişti…

Hiç yakışmadı, bu kadim kente “Vefa”sızlık…

***

Oysa…

Vefa, “sevgide bağlılık” ve “sevgide devamlılık”tır…

Vefa demek, gerek hayatta iken ve gerekse öldükten sonra “sevgi”yi ve “ilgi”yi devam ettirmek demektir…

Aramızdan ayrılan birine az da olsa “vefa göstermek”, hayatta yapılan çok iyiliklerden daha makbuldür…

***

Bir nokta atışı da “Kültür Bakanlığı”na…

Sanat dünyasından onca “çınar” bu dünyadan göçüp gidiyor…

Bu insanlar milyonların sevgilisiydi…

Onları, Devlet Baba eliyle hiç olmazsa ölüm yıldönümlerinde, ürettikleri eserlerle İstanbul gibi bir dünya başkentinde “tek merkez”den düzenli olarak ansak fena mı olur?

Hiç olmazsa, genç kuşaklar da bizim gibi “O Yıldızlar Hiç Sönmesin” desin…

Sonsöz: Boşuna dememişler, “Vefa, sadece İstanbul’da bir semt adıdır” diye…