GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Teodora HACUDİ
YAZARLAR
17 Aralık 2014 Çarşamba

Ümmet Amca

İzmir’de yaşıyorum,
Selçuk’ta çalışıyorum…
Arkadaşlarım benim deli olduğum kanaatindeler;
her gün bu kadar yol gidilir miymiş,
hem de trenle,
aklımdan zorum olmalıymış…

Öncelikle Selçuk keyifli bir yer,
hem de tahmin edemeyeceğiniz kadar keyiflidir.
Bu iş sayesinde bir sürü yeni insanla tanıştım,
bir o kadar da mübadele ve göç hikayesi dinledim,
üstelik bazıları birinci ağızdan.
Yaşanmışlıklar aktarılırken
sadece kelimeler değil,
gözler de çok şey anlatır…

Selçuk Efes Kent Belleği’nde çalışmaya başladığım dönemde,
hayatıma giren ilk insanlardan biri Ümmet Vardar’dı;
1935 doğumlu,
yaşına rağmen hala dimdik,
masmavi gözlü Ümmet Amca.



Uzun uzun keyifli sohbetler yaparız Ümmet Amca’yla.
Filmlere konu olacak bir hayat hikayesi var.
Yugoslavya’da askere gitmemek için,
henüz 18 yaşında,
ailesini,
eşini,
bebeğini geride bırakıp,
tek başına,
o sarp dağları yaya olarak aşıp kaçan,
genç delikanlının hikayesi.

Bana Dora der,
Bir gün;
“Dora, kızım senden bir şey istesem, yapar mısın?” diye sordu.
“Yapmam mı hiç, yeter ki sen iste” dedim.
“Biliyorsun bizim kitabı okuduğumda ben küçüktüm,
hem de çok küçük,
Tito geldiğinde bizim yazıyı yasakladı,
herkes Yugoslav okuluna gidip, yeni yazıyı öğrenecekti.
Bizim kitaplar yasaklanmıştı,
yakalandığında hapse giderdin.
Bizde kitabı yakmak günahtır,
babam kitaplarımı tahta bir tüfek sandığına koydu,
gömdü…
Bana bizim kitabı alır mısın?
Ama Türkçe olsun…”

Önce anlamadım,
hangi kitap olduğunu sorduğum da ise
Kuran-ı Kerim olduğunu öğrendim.

Talep büyüktü,
hemen yerine getirilmesi gerekirdi.
İzmir’e döner dönmez Alsancak Hocazade Camii’ne koştum,
cami imamını bulup Kuran-ı Kerim’i nereden temin edebileceğimi,
en iyi mealinin hangisi olduğunu sordum.
Beni Hisarönü’ne yönlendirdi,
ancak hafta sonu gidebilirdim.
Sipariş önemliydi, geciktirilemezdi.
İnancından asla şüphe duymadığım bir arkadaşımdan yardım istedim,
ertesi gün alıp bana bir şekilde ileteceğini söylediğinde de rahatladım.

Kuran-ı Kerim gelmişti,
ama Ümmet Amca’ya ulaşamamıştım,
ne olur ne olmaz diye de ofiste bırakmıştım emanetini.
İstasyona giderken kahvede denk geldik,
çantamı bırakıp, bir koşu ofise gittim.

Geri geldiğimde karşılaştığım sahneyi hala unutamam,
Ümmet Amca ve ekürileri
benim çantanın başında,
ayakta nöbet tutuyorlardı…
Yüzümde kocaman bir tebessümle yanına gittim,
emanetini verdim.
Mealin Atatürk’ün talimatıyla
Elmalılı Hamdi Yazır’a yaptırıldığını söylediğimde ise
o koca adamın gözleri yaşlarla doldu…

Bir dostu mutlu edebilmenin huzuruyla trene bindim,
yola koyuldum.
Ancak hala anlayamadığım bir şey vardı,
Ümmet Amca’ya sormak da aklıma gelmemişti;
her yerde kolayca bulabileceği Kuran-ı Kerim’i neden benden istemişti?

Son noktayı bir arkadaşım koydu;
“Hala anlamadın mı,
çocukluğunda bir gavurun zoruyla
gömmek zorunda kaldığı kutsalını,
seneler sonra başka bir gavurun yardımıyla
toprak altından çıkardı…”

Benim kutsalım galiba insan ve insana dair her şey…