GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Harun ÖZDEMİR
YAZARLAR
4 Şubat 2016 Perşembe

İslâmcıların Anayasa rüyası!

Namık Kemal, Osmanlı Devleti’nde “anayasal” ve “parlamenter” bir sistemin kurulması için açıkça mücadele eden ilk kişidir. O günlerde kamuoyunun bilmediği “İttifak-i Hakimiyet” adlı gizli bir örgüt kurulmuştu. Namık Kemal’in de üyesi olduğu örgütün diğer kurucuları Sağırahmetbeyzâde Mehmet Bey, Menâpirzâde Nuri Bey, Kayazade Reşat Bey, Mir'at Mecmuası’nın sahibi Mustafa Refik Bey, Suphipaşazade Ayetullah Bey ve Ziya Bey’di.

Namık Kemal, örgütün amaçları doğrultusunda “Tasvir-i Efkar”da çok sayıda anayasa, demokrasi ve parlamenter sistem yanlısı makale yayımladı.

Namık Kemal’i etkileyen kişi de Şinasi’dir. Mason Locaları ile tanıştıran da Şinasi’dir. Bir süre sonra Şinasi, çıkardığı Tasvir-i Efkâr Gazetesi’ni Namık Kemal’e bırakarak Paris’e gider.

Namık Kemal, henüz 25 yaşlarında iken Batı’nın yükselen kavramlarını kamuoyunda ilk tartışmaya açan kişidir. Onu, Şinasi ve Mithat Paşa’dan ayıran en belirgin özelliği, her konuyu Kur’an, Hadis, Fıkıh, Kelam…, yetmediği yerde de “içtihat”larla açıklamaya çalışmasıdır. O, hiçbir konuyu İslâmiyetsiz ele almamıştır. Bu onun en önemli özelliğidir.

 

Namık Kemal;

-Halkın oy kullanarak inşa edeceği meşrutiyeti(demokrasiyi), “biat” kavramı ile açıklar. Halife ile tebaası arasındaki sözleşmeyi tamamlayan resmî itaat yemini ile oy kullanmayı eşit görür.

-Meşveret ve temsili demokrasiyi, Kur’an ile açıklar. Temsil-i sistemin Osmanlı’daki ilk örneği olarak Yeniçerileri gösterir. "Silahlı bir meclis-i şûra-yı ümmet" dediği Yeniçeriliğin tekrar kurulmasını ister.

-Namık Kemal’in Ziya Paşa gibi yakın arkadaşları, meşrutiyeti ve anayasayı devletin idare şekli, kötü gidişi önleyecek bir düzen olarak düşünürken, Namık Kemal işi “insan hakları”na kadar vardırır.

-Namık Kemal, savunduğu “anayasa”da bireysel hakların yer almasını ister. Bireyin; toplum ve devlet karşısında haklarını koruyabilmesini ısrarla savunur. Bu yönüyle Batı’da yükselen değerler arasında yer alan insan haklarını, İslâm Fıkhı ile temellendirerek savunan ilk kişidir. 

-Ziya Paşa ile birlikte, meşrutiyet(demokrasi)in İslâmî temellere dayanmasından yanadır. Çünkü meşrutiyetin başlangıcından beri fıkıhta yer aldığı görüşündedir.

-Namık Kemal, modern kavramları İslâmî kaynaklarla içselleştirirken Kanun-u Esasî’nin her maddesinin fetvaya bağlanmasında da ısrar eder. Çünkü O, eski ile yeninin, aslında “aynı” olduğu görüşündedir.

-Yönetimin her konuda İslâm hukuku(fıkh)ndan yararlanmasından yanadır.

-Onun savunduğu her görüşün temelinde insanın hürriyetini pekiştirmek ve genişletmek vardır. Savunduğu en yüce değer İslâmiyet ise insanın hürriyetini de İslâm’ın insanlara doğuştan sağladığı devredilemez bir hak olarak görür. “Doğal hukuku”, İslâm hukuk felsefesi gibi savunur.

-Bireysel hürriyetler yanında toplumun da ayrı bir şahsiyeti olduğunu ve toplumun hürriyetinin de “bağımsızlık” ve “devlet” ile mümkün olabileceğini söyler. Vatan ve millet kavramlarını da “bağımsızlık” ile açıklar.

-Kanun önünde eşitlik görüşünde ısrarlıdır. Kanunlar eşitliği ancak adaletle sağlayabilir, der.

-Namık Kemal, İngiliz yönetim biçimini beğenmektedir. Ancak, meşrutiyet idaresini kurmak için gereken hukukî esasları dışarıdan almaz. Çünkü ona göre İslamiyet’te meşveret esastır. Bunun gibi yeni kanunlar çıkarmak için başkalarını taklit etmeye gerek yoktur, der.

-Meşrutiyet yönetimini yalnız insan haklarını korumak için değil, tarihî gelişme ve zaruretlerin bir sonucu olarak gerekli görür. İmparatorluk, bir güçler dengesine sahipken, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla denge bozulmuştur. Adil yönetimin yerini zalimane bir anlayış ve yönetim almıştır. Kırım Savaşı’nda bize yardım eden devletler "nihayet-i meselede bize irade-i zalimanemizin ıslahını teklif etmişlerdir" der. Hükümet, meşruti bir yönetime geçme yerine, yalnız Hıristiyanlara bazı haklar verme yolunu seçmiş, bunu da Avrupa devletlerinin güvencesi altına almakla hata etmiştir. Bu Tanzimat'ın en büyük hatasıdır, şeklinde özetlenebilecek görüşleri savunmuştur…  

Namık Kemal, Paris ve Londra’da yaşadığı günlerde ve yurda geri döndükten sonra da bu görüşleri savunmaya devam etmiştir.

Birçok meşrutiyet ve kanun-u esasi yanlısı aydın gibi Said-i Nursî de, Namık Kemal hayranıdır. Onu hürriyet aşığı olarak görür. “Münazarat” adlı eserinde Namık Kemal’in “hürriyet, demokrasi, anayasa, vatan, millet, kalkınma…” gibi görüşlerinden de övgü ile bahseder.

Mithat Paşa, Namık Kemal kadar olmasa da anayasa yanlıları arasında gösterilebilir. Ama söz konusu iki şahsiyet arasında temelde ciddi denebilecek görüş ayrılıkları vardır:

Namık Kemal; bütün görüşlerini İslâmî kaynaklara, bireysel ve toplumsal hürriyetlere bağlamaktadır. Batı’nın yükselen değerlerinin İslâm kaynakları ile çelişmediğini her makalesinde anlatır.

Mithat Paşa ise yeni anayasa ile öncelikle Padişahın yetkilerini sınırlamaya çalışır. Hedefi ise Osmanoğullarının yönetimine son verip Mithat oğulları hanedanlığını kurmaktır. Yeniliklerin İslâmî temellere dayanması gibi bir hassasiyeti de yoktur. Savunduğu anayasa ise Belçika anayasasıydı.

Namık Kemal, görüşlerini Saraya ve halka duyurmak için gazete ve dergilerde fikri mücadele verir. Mithat Paşa ise görüşlerini kabul ettirmek için darbelere, İngiliz Büyükelçisinin desteğine ve Çerkez Hasan’ın suikastına başvurur. 

Dönemin birçok önemli ismi, Namık Kemal ve Mithat Paşa kadar Kanun-i Esasi ve Meşrutiyet konusunda net görüşlere sahip değillerdir. Hatta, birçoğu kısa zaman sonra Abdülaziz’i neden devirdiklerine bile anlam veremez olurlar!

O dönemde önemli denebilecek kişilerden biri de Ahmed Cevdet Paşa’dır. Cevdet Paşa, Tanzimat ve Islahat Fermanı ile Batı’da yazılmış Ticaret, Arazi, Ceza… ve usul kanunlarına karşıdır. Batı’dan alınan tercüme kanunların Şeyhulislâm’ın “Şer’i Şerîfe uygundur, mucibince amel oluna!” fetvasının İslâmî olamayacağını bilmektedir. Ahmed Cevdet Paşa, bu duruma tepkili ulemadan bir grup ile Mecelle Cemiyeti’ni kurar. Cemiyetin amacı, Fıkhî kaynaklardan yararlanarak “kazuistik sisteme” göre kanunlar hazırlamaktır. İslâm fıkhı içtihatlarla oluşsa da Cevdet Paşa ve arkadaşları kazuistik-fetvacı sistemden yanadır.

II.Abdülhamit, padişah olunca Mecelle Derneğini kapatmış, cemiyetin o güne kadar hazırladığı medeni kanun olan Mecelle-i Ahkam-ı Şeriyye’yi Medeni Kanun, Cevdet Paşa’yı da Adalet Bakanı yapmıştır. Abdülhamit, Mecelle Derneği’nin Batı’dan alınan kanunlara alternatif kanunlar hazırlamasını istememiştir. A.Cevdet Paşa da aksine bir mücadele vermemiştir.

Kanun-i Esasî’yi hazırlayan 28 kişilik komisyonda görev verilen kişilerden biri de Cevdet Paşa olmuştur. Cevdet Paşa; anayasa komisyonunda ve sonraki yıllarında sürekli Mithat Paşa’ya muhalefet etmiştir. Gerçekte Cevdet Paşa, samimi bir anayasacı ve meşrutiyet-demokrasi yanlısı olmamıştır. Bunu da bilmek gerekir.

Namık Kemal'in telkinleriyle oluşturulan ilk anayasa taslağı, daha sonra Mithat Paşa'nın özel sekreteri olan hukukçu Ermeni Krikor Odyan'ın görüşleri doğrultusunda Fransa ve Belçika anayasalarından çevrilen bir metinle değiştirildi.

1876 Osmanlı Anayasası’nda Krikor Odyan’ın etkisinin küçümsenmeyecek düzeyde olduğu bilinmelidir.

Kanun-i Esasi’yi ilan eden II.Abdülhamit’in amacı da anayasal ve demokratik bir düzen kurmak değildi. Abdülaziz’in ve V.Murat’ın devrilmesi ve Masonlarla işbirliği yapıp istenen tavizleri vermesi göstermelikti. Amacı Padişah olmaktı, olduktan sonra da darbecilerin kendisini de devirmesinden korkuyordu. Çok geçmeden verdiği sözlerinden geri döndü. Meclisi kapattı, Kanun-u Esasi’yi askıya aldı. Mithat Paşa ve darbeci arkadaşlarını yargılayıp önce idama, sonra da sürgünde müebbet hapse mahkûm etti. Hürriyetleri bir bir kısıtlayıp Osmanlıların hiç alışık olmadığı güçlü bir istihbarat devlet yönetimi kurdu.