GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
25 Haziran 2015 Perşembe

İşgalde son nokta… Yeter artık!

Google’a girin, ‘kaldırımlar yayalarındır’ veya doğrudan ‘kaldırım işgali’ diye yazın, karşınıza devasa bir yumak çıkacaktır. Karadeniz’den başlayın, Doğu ve Güneydoğu’dan geçip Akdeniz’e inin, İç Anadolu’dan yola devam edip Trakya’yı turlayın, memleket sathında araştırdığınız ‘işgal turu’na en son Ege’den çıkın; manzara hep aynı! Ülkedeki bilumum şehir/ilçe/belde ne kadar yerleşim yeri varsa, tümünün kaldırımları, arabalar ve değerli esnafımız tarafından zapt olunmuş halde! Yuh!
Yurdun tüm kaldırımları şu veya bu ölçüde, bazen anlayışlı olunabilecek, bazen de asaplarımıza zona tesiri yapacak düzeyde işgale uğramışsa, ‘e ne yapalım, bu her yerin, özellikle bütün büyük şehirlerin ortak kaderi’ deyip susanlara da yuh!
Pekala ‘yurdun her yanı işgal altındaysa ne yapalım kaderimiz bu’ da diyebiliriz,
‘Ben kentime bakarım, bana ne Kayseri’den, Urfa’dan, Muştan, Antalya’dan, Konya’dan, Trabzondan, Tunceli’den, İstanbul’dan, Ankara’dan” da.
Gönül rahatlığıyla  diyorum işte. Bana ne! Ben kendi kentime, kendi ilçeme, kendi sokağıma bakarım ve sınırlarımızı çoktandır zorlayan bu hadsizlik/bu zorbalık/bu düzensizlik/bu ilkellikle mücadele için bu kentte kendine bu kentin yöneticisiyim, kendine belediye başkanıyım diyen… Kendine yönetimden bir şekilde pay çıkaran herkese ‘yetti artık, kendinize gelin’ diyebilirim!
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nda ve Karayolları Trafik Yönetmeliğinde “Karayolunun taşıt yolu kenarı ile gerçek veya tüzel kişilere ait mülkler arasında kalan ve yalnız yayaların kullanımına ayrılmış olan kısımdır” cümlesiyle tariflenen ‘yaya kaldırımı’ tanımı değişti de bizim mi haberimiz yok ey yerel yöneticiler!
Ey atanmışlar ve ey seçilmişler!
Bu kentte yürünemiyor, farkında mısınız?
İşgalin her geçen gün daha da arttığını, araç sahipleriyle malını sergilemeye yemin etmiş esnafın birlikteliğinden doğan hadsizliğin/kural tanımazlığın yayaları canından bezdirdiğinin, dahası can güvenliğini tehdit ettiğinin ayırdında mısınız?
Köstebek yuvalarından hallice kaldırımlardan… Değil engellilerin, iki ayağı yere basabilenlerin dahi yürümekte zorlandığı yaya yollarından bahsetmiyorum.
İster gösterişli, ister köstebekvari, ister standartlarında yapılmış kaldırımlarda, değil yürümenin, nefes almanın bile imkansız hale geldiğinden söz ediyorum.
Kaldırımlar otopark değildir, kaldırımlar butik değildir, kaldırımlar kafetarya/restoran değildir, kaldırımlar manav dükkanı, market, beyaz eşya dükkanı, karpuzcu, perdeci, tüpçü/sucu değildir. Kaldırımlar yayalarındır ama bu şehirde kaldırımlar ‘yayaların haricinde’ herkesindir, artık böyle olmuştur ve bir Allahın kulu atanmış/seçilmiş yönetici de bu arsız yayılmaya dur dememektedir, bunu anlatmaya çalışıyorum.
İnsanların yolda, araçların ve masaların ya da bilumum eşya/sebze/meyvenin kaldırımlarda olduğu bir kentte… Araç trafiğini rahatlatmak için alt geçit, üst geçit, tünel vs. yaparken yayaların kullanacağı yolların/kaldırımların çığrından çıkmasına daha ne kadar seyirci kalacaksınız diye soruyorum.
 
Hiç kimse köşesine çekilip üstüne alınmazlık edemez. Ve bu arsız yayılmacılığın tek sorumlusu yok! Bu suç ‘organize bir suç’ ve içinde valilik var, ona bağlı emniyet var, belediyeler var, onlara bağlı zabıta var, esnaf odaları, onlara bağlı esnaf ahalisi var!
Arabaları kaldırımlardan uzaklaştırmayan trafik de, yayaya nefes aldırmayacak ölçüde yayılan esnaf da, görüntüde bir iki günah keçisi seçip onlara ceza yağdıran ama çoğunu görmezden gelen zabıta da… ‘Ben işgaliyeden gelen gelirlere bakarım, üstelik bu kadar seçim yaşanan bir ülkede neyime gerek esnafla dalaşmak’ diyen belediye başkanı da aynı oranda suçludur! Ve sesimizi çıkarmayıp araç trafiğinin ortasından yürümeye razı olan, kaderimize rıza gösteren bizler de! Bizler de ‘susarak, tepki göstermeyerek’ suça ortaklık edenleriz.
 
Elbet İzmir bir Akdeniz şehridir. Bu kent yılın yarıdan fazlasını sokaklarda geçirir. Sokaklarda yemek yemeyi, çay içmeyi, çiğdem çitlemeyi sever. Eyvallah da bu nedir kardeşim? Tüm kaldırımı boydan boya işgal etmiş bir restoranın iftar bahanesiyle ana caddeye kadar taşması nedir?
Tüm kaldırıma yayılmış, yayalara da lütfedilip ayrılmış daracık alandan servis için koşuşturan garsonlardan fırsat bulup geçebilirseniz, şanslısınız. Geçemezseniz, ‘bari ana caddeye inip kıyıdan kıyıdan yürüyeyim’ deme şansınız dahi yok çünkü!
Anladık, tüm Buca ‘etli ekmek yeme kuyruğu’na girmiş, eğer yemezlerse ölecekleri hissine kapılmış. Restoran sahibi de ahaliye acıyıp her gelene ‘bin tepeme’ demiş! Kaldırımlar yetmeyince Buca’nın tek ana arteri olan, her saat yoğun araç trafiğiyle zaten saç baş yolduran Menderes Caddesi’ne masa sandalye atmış! Kaldırımlardan sonra ana caddeyi de işgal etmiş.


Anladık ki, toz toprak/gürültü/sağından solundan akan insan/araç trafiği, egzoz zehri arasında oruç bozmaya/iftar yapmaya çalışanlarda akıl fikir hak getire! Belki de açlık/susuzluk geçici şuur kaybına sebep olmuş… İyi de belediye/zabıta niye yok? Hiç değilse ana yollarda trafiğe el atmasını beklediğimiz, masaları kaldırtması gereken emniyet güçlerimiz, trafik polislerimiz nerede?
Sanmayın ki bu ilk ve tek örnek. Kentin her tarafını her ilçeyi benzer örnekler sarmış halde. O halde soruyorum size. Bu şehir bu kadar sahipsiz bir şehir mi?

Sahipsiz diyorsanız gereğini biz yapalım, yok ‘elbette sahipli’ diyorsanız siz yapın; bu arsız yayılmaya artık bi dur deyin. İftar sofralarında gösterdiğiniz (sevindirici) birlik/beraberlik/dayanışmayı, bunun göstermelik olmadığını, bu kentin acil sorunlarında da birleşerek/ortak kararlar alarak gösterin. Sabır taşını çatlatmayın!