GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
5 Haziran 2015 Cuma

Dört partinin ‘en güçlü’ ve ‘en zayıf’ yanları ne?

‘Bitse de rahatlasak’ döneminde geri sayım başlamışken, insanın ne eli varıyor seçim dışında bir konuyu didiklemeye, ne dile varıyor dillendirmeye… İçimiz dışımız seçim olsa da illa ki konuşmaktan/paylaşmaktan alamıyoruz kendimizi.
‘Son düzlüğe girildi, seçim üzerine yazalım da ne yazalım?’ desen, o da acayip bir durum. Hani bir konferans ya da bir panelin sonuna gelinmiş de ‘dilek ve temenniler’ bölümüne geçilmiş gibi, herkes ve tabi ki baş köşede biz köşe yazıcılar, son sözleri söylüyoruz.
Ve bu sözleri okuyanların sandığa gidip ‘döktürülenler çerçevesinde’ işaret ettiğimiz partiye oy vereceğini umuyor veya sanıyoruz veya varsayıyoruz. Allah iyiliğimizi versin bizim! Yok böyle bir şey.
Kararını veren verdi, kararsız olanlar da sanırım 6 Haziran akşamı rüyaya yatıp sabah ona göre gidecek sandığa ya da gitmeyip kızdığı/küstüğü partiye ‘sırtını dönerek’ ders verecek!
*
Son düzlükteki son anketler de hala kafa karıştırıcı. Anket şirketleri arasında AKP’yi yüzde 36’larla ‘süründürenler’ de var, yüzde 47’lerle ‘ha, ha… Hiç sevinmeyin, tabii ki tepenizde/ensenizdeyiz’ dedirten de.
MHP’nin ve CHP’nin rakamları ise ne öldürür, ne güldürür cinsinden. Artış var ama iktidar gene başka bahara! ‘Ziz aslında kardeşsiniz yavrum’ desek bile ikisinden bir iktidar çıkmıyor, illa ki dışardan bir desteğe daha ihtiyaç duyuluyor.
Geriye kaldı HDP. E o da zaten daha yarışın başında Sırrı Süreyya Önder’in seslendirdiği gibi ‘iktidara hazır olmadığını/hedeflemediğini’ açıkça itiraf etmiş... Selattin Demirtaş’ın tarihin en kısa meclis grubu açıklamasında da dediği gibi, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’a başkanlık yüzü göstermemeye’ yeminli… Barajı aşarsa başka, aşmazsa 8 Haziran’da başka bir Türkiye ile karşılaşacağımızı garanti eden bir parti… Meclis aritmetiğinin nasıl olacağını hesaplayan dört işlem bilenlerin gayret ve çabalarının sonucuna göre parlamentoya girecek veya girmeyecek, iktidar olamasa da iktidarın kilidi olduğu bilinen, bu nedenle seçim gecesi aldığı sonuç en çok merak edilecek, hepimizi hop oturtup hop kaldıracak tek parti!
*
Bu kadar laf topaçlamasından sonra, hadi bir de ‘bilimsel kelam’ edene yer verelim.
Uzun yıllar psikanaliz, travma, psikoterapi ve bunların politikayla kesişimi üzerine çalışan Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapan Dr. Murat Paker’e mesela.
‘Psiko-politik Yüzleşmeler’ isimli bir kitabı olan, Birikim dergisi ile T24 internet gazetesinde psiko politik eksende yazılar yazan Dr. Paker, bir röportajda yer alan uzun seçim analizinde şu noktaya dikkat çekiyordu:
“Maalesef Türkiye’de lidere bakıp oyunu belirleme unsuru çok ağırlıklı. Türkiye’de şu anda iki tane lider var; biri Tayyip Erdoğan, biri de Selahattin Demirtaş. Lider enerjisi veren bu iki isim. Diğerleri liderlik koltuğunu doldursalar bile kitlelerde böyle bir titreşim yaratamıyorlar. İyi insan olabilirler, bunları hiç tartışmıyorum. Keşke Türkiye liderliğe bu kadar önem vermeyen bir ülke haline gelse, o zaman demokratik olgunluk daha da ileri taşınmış olur.(…) Liderin bir kere karşısındaki kitlenin haleti ruhiyesini okuyabilme, o ruha seslenebilme becerisinin olması lazım. Bunu Demirtaş gibi daha mizahi bir yolla, kendisiyle de dalga geçerek, çok daha esnek ve şenlikli bir şekilde de yapabilirsiniz. Daha buyurgan, daha üstten konuşan bir şekilde de yapabilirsiniz. Önemli olan o duygusal teması kurabilme. Bu teması toplumdaki korkuları besleyip büyütme, manipüle etme yönünde de kullanabilirsiniz, yatıştırma ve ufuk genişletme yönünde de kullanabilirsiniz. Ama dinleyenlerin ‘bu adam bizim dilimizden konuşuyor’ diye hissedebilmesi lazım. Bu ne Bahçeli’de ne de Kılıçdaroğlu’nda o kadar olamıyor. Onlar kitleyle teması çok kuramayıp, kendilerini anlatmaya çalışıyor. Davutoğlu da o kadar titreşim yaratabilen bir lider değil. Ustasını taklit etmeye çalışıyor ve kendisini beğendirmeye çalışıyor gibi bir görüntü veriyor. Ama Tayyip Erdoğan’ın da, Demirtaş’ın da böyle bir kumaşları var.”
Dr. Murat Paker’in “Beyaz Türkler neden HDP’ye oy verebilir? Gerçekten özgürlükler meselesini içselleştirebildikleri için mi, yoksa başkanlık meselesinde baraj olabileceğine inandıkları için mi?” sorusuna ise cevabı şu:
“Çok güzel bir soru ama tek bir cevabı yok. Beyaz Türkler de parçalı bir yapı, her türlüsü var. Beyaz Türk olup faşist olan da var, AKP’lisi de var, sosyalisti de var, devrimcisi de var. Beyaz Türk dediğimizde politik bir pozisyondan çok kültürel bir pozisyonu tarif ediyoruz. Sosyoekonomik seviyenin orta üst düzeyinde yer alan bir yerlerden bahsediyoruz. Bu kesim içinde HDP’yi ilkesel düzeyde destekleyenler olduğu gibi, başkanlık tehlikesi ve Tayyip Erdoğan fenomenini durdurmak gibi daha konjonktürel nedenlerle de oy verecek olanlar vardır. Her türlüsü vardır.”
Paker’in “HDP’nin Türkiye’nin batısında kazandığı sempatiyi hangi koşulda kaybedeceği” sorusuna yanıtı da “HDP ‘Bütün farklıların saygı göreceği bir zemin yaratmak zorundayız’ diyor. Ha, bu dediğini yapmaz da, bütün ezilenlerin partisi olarak devam etmek yerine içinden bir parçanın tahakküm ettiği bir yere giderse tabii kendini inkâr etmiş olur ve biter” şeklindeydi.
Yaklaşık 10 gün önce Hürriyet’te yayımlanmış söyleşi, Paker’in verdiği “partilerin psiko politik açıdan karnesi” ile sona eriyordu; biz de öyle yapıp ‘son seçim yazımızı’ bitirelim derim.
AKP:
En güçlü yanı: Devlet imkânlarını kullanabilmesi.
En zayıf yanı: Devlet imkânlarını kullanabilmesi. Bu muhtemelen aynı zamanda en zayıf noktası çünkü giderek daha fazla insan AKP’deki bu keyfiyeti, kural tanımazlığı görüyor.
MHP:
En güçlü yanı: Toplumda kuşaklar boyunca o tedrisatın ana malzemesi olan Türk milliyetçiliğine dayandığı için hazır bir malzemesi var. Türkiye’de milli eğitim sisteminden geçen sıradan vatandaşın kulağı MHP’nin söylemlerine çok açık zaten. Böyle bir avantajı var. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi söylemiyle uyum içerisinde bir parti.
En zayıf yanı: Değişen dünya ve Türkiye koşullarına uygun yeni açılımlar üretmekte kendi çerçevesi çok elverişsiz.
CHP:
En güçlü yanı: Sonuçta ikinci büyük parti olup, her şeye rağmen yüzde 25 civarında oy alıyor olmak insanların zihninde bir iktidar alternatifi izlenimi veriyor. İkinci parti olmanın dışında pek de başka bir avantaj görmüyorum açıkçası.
En zayıf yanı: Devlet kuran, tek parti rejimini uzun süre devam ettirmiş ve bu tarihiyle övünen, sonrasında sosyal demokrat parti olduğunu söyleyen dünyada başka bir örnek yok. CHP’nin zorluğu büyük eşitsizlikler ve haksızlıklar üzerine kurulmuş bir devletin kurucu partisi olup da sonradan bu haksızlıklarla mücadele etmesi gereken sosyal demokrat parti olmaya soyunmak. Yapılamaz bir şey demek istemiyorum. Bir takım adımlar da atılıyor ama çok zor bir şey.
HDP:
En güçlü yanı: Ezilenlerin sesi olma, her tür rengi içinde bulundurmaya çalışan tavrı ve lideri güçlü yanları.
En zayıf yanı: Kürt hareketine yönelik önyargılar dezavantajı. Kanlı bir tarih var tabii orada, anılar taze. Aşılması için, yüzleşmeler için zaman gerekiyor.