GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
3 Ocak 2012 Salı

Bir yerden başlamak gerek…

Sıkıntılı bir yılı geride bıraktık. Yine sıkıntılı geçmesi beklenen bir yıla girdik. Yani, bu yıl da falımızda ‘sıkıntı’ var. Yeryüzünde işler yolunda gitmiyor.
 
Karamsar olmak iyi bir şey değil. Ama, durduk yerde, hiçbir neden yokken iyimser olmak için de eni konu naif olmak lazım.
Korkularımız var. Evlatlarımız için, ailemiz için, sevdiklerimiz için, ülkemiz için, kendimiz için korkuyoruz. Yeryüzü hiç olmadığı kadar güvensiz. Kapitalizm bütün vahşetiyle üstümüze abanıyor.
 
Bu yüzyıl, kapitalist sistemin dünya egemenliğinin yarattığı büyük ahlaki çöküşün zirvesidir. Geçen yüzyılın sonunda veya bu yüzyılın başında, emeğin ve üretimin değil, paranın değer (!) olduğunu anladı büyük insanlık…
Para mabetlerinde banknotların huzurunda secde eden insan, sonra da bir koşu Tanrı’nın huzuruna varıp günahlarının taksiratı için Tanrı’dan mağfiret diliyor.
Biliyoruz ki, Tanrı’nın mabetleri sinek avlarken, para mabetlerinde her gün kuyruk oluyor, çağın insanı “homo argentum.”
 
Bertolt Brecht diyor ki; “Banka soymak, banka kurup işletmekten daha ahlakidir.” Banka soymak ne kadar ahlakidir orasını bilemem, ama banka kurup işletenlerin toplumdaki itibarı çok düşündürücü olmalı.
Basılan her bir banknota karşılık insanı borç yükünün altına sokarak kapitalist sisteme hapseden, onu köleleştiren bankacılık faaliyetleri, kapitalistler tarafından kutsanmaktadır.
Hayatın borsalara kote edildiği bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Hayatlarımız para karşısında devalüe edilirken kılımız kıpırdamıyor. Değersizlikten değil ama parasızlıktan çok korkuyoruz; erdem, parayla alınır satılır bir meta olalı..
 
Robot üretimin yaratmakta olduğu siber toplumda emeğin niteliği değişiyor. İnsansız üretimde artı değerin oluşumunu yeniden tanımlamak gerekecek.
“Emek, en yüce değerdir” sadece bir slogandır artık; kapitalist işten ibaret kalan emeğin, emekçilerin gözünde bile para kazanmaktan öte bir anlamı kalmadı.
 
“Mülkiyet hırsızlıktır” diyen Proudhon’un ne söylemek istediğini insanlık yavaş yavaş anlamaya başlayacak. Mülkiyet meselesi bu yüzyılda çok konuşulacak.
Servet paylaşımında önü alınamayan adaletsizlik, sistemin kendi içinden çözüm üretemez duruma gelmesiyle, dünya ölçeğinde yıkıcı bunalıma yol açıyor.
Yersiz yurtsuzlar, mülksüzler, işsizler, açlar, yoksulluk sınırının altında yaşayanlar, yeryüzü nüfusunun neredeyse yarısını oluşturuyor. Buna yoksul nüfusu da eklerseniz, kapitalist sistemin neden tarihsel bir sistem olarak yolun sonuna gelmiş olduğu daha iyi anlaşılır.
 
Ülkede, devlet ve iktidar gerek insan hakları gerekse özgürlükler meselesini grup haklarına indirgediğinden beri, sahip olduğumuz görece hak ve özgürlükler de inanç ve etnisite guruplarının baskısı altına girdi.
Dar alanlarda gurup aidiyetini yaşam biçimi olarak benimseyen toplum kesimlerinin siyasal yaşama ağırlık koyması sonucu, çağdaş normların kamusal yaşamdaki yeri tartışmalı hale geldi. Kamusal alan arenaya döndü.
 
Yurtta ve dünyada her şey kötü giderken iyimser olmak elbet de çok zor. Kolay değil, yeryüzü kaosa gidiyor.
Ancak, iyimser olmayı olanaklı hale getirecek kaotik dönemin yaratacağı dip dalgası, yeryüzünde yeni hayatın kapılarını açacak.
Bütün mesele, ‘yeni hayata büyük insanlığın ne kadar dahil olacağı’ konusunda sıradan insanın alacağı tutumdur; Büyük insanlıktan yana mı, yoksa yine bir avuç muktedirden yana mı olacak?
 
Bu dünyada hayatı daha yaşanılır kılmak bir insanlık sorunudur. İnsanlık bu soruna sahip çıkmadıkça, bir avuç muktedir insanlığın kaderini çizmeye devam edecek.
Gidişat ne kadar can sıkıcı olursa olsun, umutlarımız ne denli azalmış olursa olsun; bu defa hayatlarımıza sahip çıkabilir, yeryüzünü herkes için yaşanılabilir kılacak istemi oluşturabiliriz. Yeter ki, bunu arzu edelim.
Bir yerden başlamak lazım. O yer, başkaldıran insanın durduğu yer olabilir.