GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
15 Eylül 2024 Pazar

Ağlayan fotosu hiç yok! Ama…

Bugün Pazar…

Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla…

Atatürk’ü bu köşede anma ve hatırlama günü…

Bir kez daha…

Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım…

Bunu yaparken de…

O günlerin anılarını bugünlere taşıyan herkesi…

Saygıyla analım…

***

Hep merak edilir ama...

Gerçekten...

Atatürk'ün ağlarken çekilmiş bir fotoğrafı yoktur!

“Neden?” diyenlere...

Bi’kaç satırlık cevabımız hazırdır...

Çünkü...

O, canından çok sevdiği halkını...

57 yıla sığdırdığı kısacık hayatı boyunca...

Gözyaşları ile kandırmamış...

Daima...

Gülen yüzüyle umut ışığı olmuştur...

Bu nedenle...

Gazi Mustafa Kemal’in...

“Ağlarken değil de ağlatırken çekilen fotoğrafı kıyamet kadardır!”

Zaten...

Bütün mesele de budur...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün...

Özel günlerde bile...

Adını seslendirmekten imtina (*) edenlerin...

Atatürk’ün fotoğraflarındaki büyüklüğünü...

Gördükçe... Yaşadıkça... Sevgi çığ gibi oldukça...

Atamız’ın büyüklüğü...

Daha da artıyor...

***

Gelelim o “yaşanmış” acıklı öyküye...

***

O büyük lider...

Son Cumhuriyet Bayramı’nı Dolmabahçe Sarayı’nda yaşıyordu...

Sağlık durumu hiç iyi değildi...

Acı sonu aslında O da hissediyordu...

Çünkü dostlarıyla az da olsa ilgilenirken...

Neredeyse...

Dokunsan ağlayacak durumdaydı...

Hatta...

Doktorlara...

Ankara’daki törenlere katılmak istediğini söyledi...

Şeref locasına ulaşabilmesi için asansör bile yapılmıştı...

Doktorlara...

Emir verir gibi şöyle seslendi:

“Ne olacaksam orada olayım…”

Doktorlarına bakarak…

Sözlerine şöyle devam etti:

“Bütün mesuliyet (sorumluluk) benimdir… Ankara’ya mutlaka gideceğim…”

Oysa…

O dakikalarda yatağından bile kalkamıyordu...

***

Tam da o sırada…

N’oldu biliyor musunuz?

***

Dolmabahçe Sarayı’nın önünden…

Kıyıya iyice yakın bir vapur geçiyordu…

İçi de…

Askeri Lise öğrencileriyle doluydu…

Ulu Önder…

İlk kez Ankara’daki törenlere katılamıyordu…

Oysa…

Atatürk'ü görmek isteyen öğrenciler…

Gözyaşları dökerek…

Bayrakları… Çiçekleri… Şapkalarını…

Sallayarak, haykırıyorlardı:

“Atamızı görmek istiyoruz!..”

Hep bir ağızdan söylemeye başladıkları İstiklal Marşı ile…

Dolmabahçe Sarayı adeta inliyordu…

Bu tabloyu lütfen gözünüzün önüne getirmeye çalışın…

O sırada yanında manevi kızı Gökçen var…

Atatürk…

Gençlerin sesiyle heyecanlanıyor…

Yatağında doğruluyor ve…

Pencerenin önündeki Gökçen’e sesleniyor:

“Duydun mu, beni istiyorlar!”

Ardından adeta fısıldıyor:

“Çocuklarım… Benim çocuklarım…”

Gözlerinden süzülen yaşlara engel olamıyor…

Tam da o sırada odaya…

Doktoru Neşet Ömer ve yaveri Salih Bozok giriyor…

Gazi Paşa…

Heyecanını onlarla da paylaşıyor:

“Duyuyor musunuz? Onlar, Cumhuriyeti emanet ettiğim gençlerimiz…”

Atatürk, sanki bir anda iyileşmiş, güçlenmiş gibiydi…

Halbuki…

Hemen yanındaki nöbet odasında…

Kılıç Ali, pencereyi açmış, gençlere…

“Gidin!” diye işaret ediyor…

Ne mümkün?

Gençler iyice coşuyorlar…

“Yaşa Atatürk, varol Atatürk!” diye bağırırken…

Bazıları da vapurdan suya atlayarak…

Saraya doğru yüzmeye çalışıyorlar…

Atatürk “Çocuklarımı görmek istiyorum… Buraya kadar gelmişler, hiç değilse onlara el sallamalıyım, beni pencereye götürün!” diye emrediyor…

Doktor Neşet Ömer “Fakat Paşam…” diyecek oluyor…

Atatürk doktorun itirazına sert bir karşılık veriyor:

“Neden?”

Doktor susuyor; Salih Bozok hemen pencere önüne bir koltuk koyuyor…

Sonra Atatürk’ü giydiriyorlar…

Yüzünden boncuk boncuk terler süzüldüğü halde…

Sesini çıkarmıyor…

Atatürk’ü…

Penceredeki bir koltuğa götürüp oturtuyorlar…

***

Ve…

Atatürk giyinmiş, başı dik…

Sanki hiç günleri sayılı bir hasta değilmiş gibi…

Gençlere gülümseyerek el sallıyor…

Gençler Atatürk’ü pencerede görünce adeta kıyamet kopuyor…

Alkışlar eşliğinde…

Hep beraber, “Büyük Atatürk” diye haykırdıklarında…

Yer gök inliyor

***

Gençlerden bazıları üniformalarıyla vapurdan atlıyor…

Ata’larına doğru yüzüyorlar…

Manzara öylesine duygu yüklü ki…

Ağlayan Atatürk’ün gençlere salladığı eli…

Gittikçe gücünü kaybederek yana düşüyor…

Gözyaşları arasında “Yoruldum…” diyor…

***

Kılıç Ali ve Salih Bozok…

O’nu kucaklayarak, yatağının yanına getirirlerken…

Dışarıdan gelen tezahürat sesi yükselmeye devam ediyor...

Ve…

Gezi Paşa, “Onları gördüğüm için mutluyum” derken…

Yumduğu gözlerinden ip gibi yaşlar süzülmeye başlıyor…

O anda çekilen fotoğraf bile…

Kullanılmıyor…

(*) imtina: “Kaçınma, sakınma, geri durma...”

Nokta…

Hamiş: Atatürk, 1927’de sıcak bir yaz günü gecesi, Dolmabahçe’ye davet ettiği aydınlar topluluğuna bir sürpriz hazırlamış… Nutuk’un sonuna koyacağı satırları (Gençliğe Hitabe’yi) yüksek sesle okumaya başlar... Konuklar, nefes dahi almadan dinlerlerken Atatürk de metni o kadar heyecanla okur ki;  ancak bitirdiğinde derin bir nefes aldıktan sonra iki damla gözyaşını saklama gereği duymaz…

Sonsöz: Yıl 1934… Çankaya Köşkü’nde bir akşam… Sohbet derin… Memleket meseleleri tartışılıyor… Atatürk çok neşeli…

O sırada, saz heyeti Selahattin Pınar’ın “Gel Gitme Kadın” şarkısını çalıp söylemeye başlar… Gazi Mustafa Kemal durgunlaşır ve susup şarkıyı dinler… Paşa’nın ani hüznünü fark eden masadaki konuklar, kadehlerini, çatallarını usulca bırakıp, susar… Atatürk başını tabağa eğer, gözlerinden yaşlar süzülür ve göğsüne doğru akarak, gömleğini ıslatır. Bu onun, konukları yanında ilk ve son ağlayışıdır…