GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
28 Kasım 2018 Çarşamba

Üretmek zor, tüketmek kolay…

Türkiye, kuruluşundan o uğursuz 1980 yılına kadar, seküler zeminde sanayi toplumu inşa etmeyi hedefliyordu, sanayi yatırımlarına öncelik tanıyordu. Uluslararası sistemde etkin bir konum kazanmanın yolu, Türkiye için Batı’dan geçiyordu.

Ancak, 12 Eylül 1980 darbesi Türkiye’nin doğrultusunu değiştirdi. 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesinin amaçlarına uygun olarak izlenen ekonomi politika, ülkeyi üretimden uzaklaştırdı.

İthal ikameye dayalı modelden vazgeçip, serbest piyasa ekonomisine ve küreselleşen sisteme entegrasyon sürecini başlatan Türkiye; o kararın bedelini ödüyor.

Doğru dürüst değer üretmeden salt edinmeye ve tüketmeye teşne olma hali, Asya’dan Anadolu’ya uzanan göçebe yaşam tarzıyla ortaya çıkan kültüre dayanıyor olmalı. Konmuş, tüketmiş, göçmüş topluluklardan bize kalan kötü miras…  

Bu yüzden olmalı, 24 Ocak kararlarını, serbest piyasa ekonomisini, ithalata dayalı üretimi, hiç zorlanmadan benimsedik. Değil mi ki bütün markalar ve her türlü ürün raflarda bizi bekliyordu… O raflara neden ve nasıl geldikleri kimsenin derdi değildi…

Üretmek, yaratmak, keşfetmek, icat etmek gibi uygarlığı geliştiren edimlerden islam etkisiyle uzak duran müslüman toplum, Cumhuriyet devrimiyle kaderini değiştirmiş, modern Dünya’da yerini almıştı. Bu değişim seksen darbesiyle durduruldu, ikibinli yılardan itibaren de islamlaşma etkisiyle o dinamizm tamamen yok oldu.

Üretim ilişkileri ve tüketim kültürü, toplumsal karakterin oluşumunda baskın rol oynuyor. Tasarruf yok, israf çok olduğunda, toplumda yozlaşmanın önü alınamıyor.

Dahası üretimden uzak ve tüketime fazlasıyla teşne olmak, Dünya liginde iyi bir yer tutmaya engel…

Tembellik ve kolaycılıkla malul toplumun bu bereketli topraklar üzerinde yokluk ve yoksulluk çekmesi, ne tuhaf bir cezadır!

Tembellik, üretimsizlik, ihtiyaç ötesi tüketim; Bu şeytan üçgeninde eğleşmenin bedeli, uluslararası sistemin ancak periferisinde yer bulmaya izin veriyor.

Dolayısıyla, uluslararası sistemde pek ağırlığı olmayan ülkelerin yöneticilerinin söylediği sözün de Dünya’da ağırlığı olmuyor. “Dünya lideri” böbürlenmesi çok anlamlı değil.

 Seksen darbesiyle başlayan islamlaşma, sanayi toplumunu yok etti. Böylece, sanayi sonrası toplumsal değişimden, bilgi toplumu değil, islam toplumu zuhur etti.

Üretmeyi o kadar da sevmeyen ama tüketime tutkuyla bağlı toplumlar sahicilik duygusundan da yoksun oluyor. Hayatın bir gösteriye dönüştüğü koşullarda, doğal olanla bağlar ya zayıflıyor ya kopuyor; böylece, yaşamayı değerli ve güzel kılan bütün derinlikler satıhlaşıyor.

Alışveriş, AVM denen yeni zamanların tapınaklarında bir fetiş… Tüketim kültürünün iflah olmaz tutsağı çağımız insanı, tüketebildiği kadar değerli… Ya da değersiz…

Tüketmekten üretmeye fırsat bulamayan yurdumun insanı, hamasetle durumu idare ediyor.

Anadolu toprakları son durak, gidecek başka yerimiz yok. Ve bu topraklarda tutunmanın yolu, değer yaratacak işler yapmaktan, üretimden, çağın gerektirdiği akılla düşünmekten geçiyor.