GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Filiz SEZER
YAZARLAR
10 Eylül 2021 Cuma

Salonlar, piyasalar, sanat sevicileri

2 gün önce ABD Manhattan Mahkemesi’nde ülkemiz kültürel mirası açısından önemli olan bir davada karara varıldı. 2017 yılında Christie’s Müzayede Evi’nde yapılan bir açık arttırmada satışa çıkarılan Guennol Yıldız Avcısı heykelinin ülkeye iadesi için Türkiye’nin açtığı dava reddedildi. Bu kararın nedeni olarak heykelin daha önce farklı dönemlerde New York Metropolitan Sanat Müzesi’nde sergilendiği ve bu dönemde bir dava açılmamış olması gösterildi. Müzayede evi de Türkiye’nin eserin Anadolu’dan 1906’dan(*) önce çıkarıldığına dair yeterli kanıt sunamadığını iddia ediyor.

Yaklaşık 23 cm uzunluğunda, ince boyunlu ve Yıldız Avcısı isminin verilmesine sebep olacak şekilde başı gökyüzüne doğru uzanan bir kadının tasvir edildiği mermer heykel MÖ 3000 – 2200 yılları arasına, Kalkolitik döneme tarihleniyor.

Eserin Anadolu’dan ne zaman çıkarıldığına dair kesin bir bilgi verilmiyor ancak “sanat piyasalarında” gün yüzüne ilk çıkışı 1960 yılında oluyor. Amerikalı milyarder Alastair Bradley Martin, koleksiyonundaki bu eserin anılan ismini soyadının Galce karşılığından esinlenerek veriyor. 1993’de başka bir ABD’li milyarder Michael Steinhardt tarafından alınan eser 1966 – 2007 yıllarında farklı dönemlerde Metropolitan Müzesi’nde sergileniyor. Eser, ülkemiz gündemine ise ancak 2017’deki müzayede satışı ilan edildiğinde giriyor.

Gelibolu yarımadasında, Kilya koyunda bulunan örnekten hareketle arkeoloji literatürüne Kilya tipi idoller olarak geçen ve Yıldız Avcısı (Stargazer) yerine Tepegöz olarak isimlendirilen bu heykeller, şehirleşme öncesinde köy topluluklarının el sanatları becerilerini kanıtlaması ve soyut figür kullanımı açısından oldukça önemli kabul ediliyor. Batı Anadolu’nun farklı bölgelerinde benzer örnekleri bulunan bu idoller MÖ 5000’e kadar tarihlenebiliyor (bu örneklerin bir kısmı bu yaz İzmir Arkeoloji Müzesinde sergilendi). Gökyüzüne yönelmiş baştaki gözler kabartmalarla gösteriliyor, yassı ve ince vücutla geniş baş arasında ise narin bir boyun var. Kilya idollerinden en az 15 örneğin yurtdışında bulunduğu tahmin ediliyor. Bu yazıya konu olan Guennol Yıldız Avcısının ise bütünlük açısından en iyi örneklerden biri olduğu iddia ediliyor.

Kilya tipi idoller ile ilgili olarak öne sürülen başka bir iddia ise bu ince ve narin boyunlu figürün ünlü İtalyan ressam Amadeo Modigliani’ye ilham verdiğidir. Resim haricinde heykelciliğe de ilgi gösteren ve primitif bir heykelcilik anlayışına sahip olan Modigliani’nin portrelerinin de en belirgin yanı uzun yüzler ve ince narin boyunlardır.

Modigliani, Kadın büstü, 1912

Modigliani, Jeanne Hébuterne portre, 1918

Kilya idolleriyle Modigliani büstleri ve resimleri arasındaki ilişki bu konuyla ilgili yapılabilecek en keyifli tartışmalardan biri olabilirdi ancak kültürel mirasın korunmasına ilişkin atılan onca olumlu adıma, yürürlüğe konulan yasalara rağmen tarihi eserlerin insanlığın ortak hazinesi olduğu fikrinin mülkiyet sevdasına karşı verdiği mücadeleye odaklanmak durumunda kalıyoruz. Ülkemizin bu heykelin ait olduğu topraklara dönmesi için geç adım atmasının, ABD Mahkemelerinin Türk makamlarının ihmalkarlığından şehvetle yararlanmasının dışında orantısız bir şekilde dünya servetini elinde tutan bir grup seçkincinin keyif veya prestij uğruna kültürel miras değeri taşıyan eserlere sahip olma arzusu ve şekli de tartışmaya açılmalı. 

Antik eserlere gösterilen bu sevme/koruma halinden çok başka bir “sevicilik” durumu sanat eserleri için de geçerli kuşkusuz. Dadaizmden başlayarak yoksul sanata, çevresel sanata kadar farklı akımlar sanat eserlerini müzeler, galeriler gibi belli çevrelerden çıkarmak, sanat eserini mülkiyet sınırlarından kurtarmak için uğraş verse de sanat sevicilik halen daha bir prestij ve zenginlik gösterme biçimi. Bu “sahip olma hırsının” en net örneklerinden biri bana göre “duvara asılan muza” ödenen devasa miktardı. Sanat eseri/tarihi eser alım satımının ekonomik olarak en hafif deyimiyle bazı “avantajları” olsa da biz bunu şimdilik konumuz dışında bırakalım.

Kuşkusuz kültürel mirasın korunmasının temeli yasalarla belirlense de alınacak yolda en belirleyici olan o toplumun sosyoekonomik koşullarıyla kendi tarihine ne şekilde sahip çıktığıdır. Yaşadığı coğrafyada kendinden önceki tüm kültürleri yok sayanlar için ne yazık ki kat edilecek daha çok mesafe vardır. Bütün dünyanın kapılmış olduğu mülkiyet düşkünlüğü ise pek çok sorunun temelinde kendini göstermeye devam edecek gibi duruyor.

*:  1869’da ilk hali yürürlüğe giren,1906 yılındaki hali ile Cumhuriyet döneminde de kullanılan ve kendinden sonraki yasaya temel oluşturan Asar-ı Atika Nizamnamesi (Eski Eserler Tüzüğü) tarihi eserlerin korunmasına yönelik bir kanundur ve dolayısıyla 1906 sonrası ülkemiz sınırlarından kaçırılan eserlerin iadesi için hukuki dayanak gösterilmektedir.