GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
25 Kasım 2016 Cuma

Mesele Erdoğan meselesi değildir!

Ülkemizi esir alan siyasal-toplumsal kutuplaşma iklimine olağanüstü süreçler nedeniyle kısa aralar verilse de bugün için kutuplaşmanın adeta ruhumuza sirayet ettiği bir süreci yaşıyoruz. Ve bu kutuplaşma öyle bir hal alıyor ki normal şartlar altında ‘AK’ dememiz gereken bir meseleye rahatlıkla ‘KARA’ diyebiliyoruz. Tam bir siyah-beyaz tablo… Gri alan yok! Ve hayata dair her şey aslında o gri alanda kalıyor. Hakkaniyet, hoşgörü, adalet, tahammül…
Uzun lafın kısası şu…
Sırf Tayyip Erdoğan dedi, savundu diye… Yahut AK Parti hükümeti taraf oldu diye her hangi bir konuyla ilgili görüş oluşturma sürecinizi ele alalım.
Karşı çıkmanız ya da savunmaya geçmeniz kaç dakikanızı alıyor? Normal şartlar altında herhangi bir konuda görüş oluşturma ya da duruş geliştirmenin olağan bir süreci vardır. Tabi ki en büyük faktör kişisel birikiminiz, dünya görüşünüz, içinde bulunduğunuz sosyal çevre olacaktır. Ama yine de ucundan azıcık araştırır, soruşturur, fikir beyan etmeden önce bilgi sahibi olursunuz.
Ama bugüne gelindiğinde birçoğumuz için ne yazık ki bu süreçlerin çoğu anlamını yitirdi, ortadan kalktı.
En kestirmeden atıyoruz. Erdoğan dediyse yanlıştır…
Ya da tam tersi… O ne derse doğrudur. Düşmanımın düşmanı dostumdur.
AK Parti yaptıysa yanlıştır.
Ya da tam tersi…
Ülkece akıl tutulması yaşıyoruz.
Ergenekon-Balyoz süreçleriyle başlayan kutuplaşma, Gezi Parkı ve Çözüm Süreçleriyle devam etti.
Ve bugün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz ekseninde alabildiğine sürüyor.

Onlarca somut örnek verebilirim. Ama bugünkü örneğim AB ile ilişkiler…
İlişkilerin bugünkü boyutu için herkes faturayı Erdoğan’a ve hükümete kesiyor. Milletçe bir parça anti ABD, anti AB ve antiemperyalistizdir. Açıkça ifade edilmese de Türk halkının bu duruşu bilinir.
Ama mesele Erdoğan olunca en azılı antiemperyalist bile AB’ci kesilebiliyor.

Tabi ki Türkiye AB üyesi olmalıdır.
Tabi ki Türkiye’nin yönü Batı’ya dönük olmalıdır.
Tabi ki Türkiye Avrupa İnsan Hakları ve demokrasi standartlarını hedeflemelidir.
Tabi ki Türk halkı Avrupai bir adaleti, hukuk devleti olmayı fazlasıyla hak etmektedir.

Peki, AB ile ilişkilerin bu denli çarpık bir hal almasında tek suçlu Erdoğan ya da AK Parti midir?
Erdoğan’ı görür görmez karşı cephede konuşlanmak yerine bu soruya aklıselim bir yanıt bulmak durumundayız. Bakmayın siz İzmir Milletvekili Ali Yiğit’in “İzmir AB’yi istiyor, gerekirse ayrılalım” falan dediğine…
Ben rakamlarla konuşmayı severim. Yöneticisi olduğum İntegral Araştırma şirketinin 15 Temmuz’un kente yansımasını ölçtüğü Ağustos 2016 araştırmasında İzmir’in hiç de sanıldığı gibi AB delisi olmadığı ortaya çıktı. AB’ye olan öfke yüzde 79,9 olarak ölçüldü. İzmirli 15 Temmuz’a giden süreçten ABD’yi yüzde 85, AB’yi yüzde 79,9 oranında sorumlu tutuyordu.
İzmir Milletvekili Ali Yiğit gibi düşünenler için bunun iki anlamı var. Birincisi ulusal bir durum söz konusu ise İzmir’i Ankara’dan gayri düşünmek mümkün değildir. Bunun en net örneğini 15 Temmuz gecesi yaşadık. İzmir darbeye karşı ilk meydan mitinginin yapıldığı kent olarak tarihe geçti.
İkincisi de İzmirli AB’nin Türkiye’ye karşı iyi bir sınav vermediğinin de farkında oluşudur.
Tamam, Erdoğan’ı sevmeyebilirsiniz. Ömrünüz boyunca oy, destek de vermeyebilirsiniz.
Lakin AB’yi nereye koyacağız?
1959’da başlayan bir üyelik sürecinden söz ediyoruz. 57 yıllık bir sürünme, süründürme dönemi…
Bugün Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı sorunların neredeyse yönetilemez bir noktaya gelmesinde AB’nin rolü, katkısı ne kadar sizce? Kanımca AB’nin Türkiye’ye bakışı başından bu yana hiç değişmedi.
Bazılarınız diyecek ki “Adamlar Erdoğan’ın Türkiyesi’ni” beğenmiyor.
Geçiniz. Yok öyle bir şey!
57 yıllık bir süreçten söz ediyoruz dedim biraz önce. Ve Erdoğan 15 yılında var bu sürecin… Ve bu 15 yılın yarısında AB için deli olan, AB’nin bir dediğini iki etmeyen bir politika izledi.
Bir şekilde olmuyor.
Doku uyuşmazlığımız var belki… Yüzlerce yıllık kronik karın ağrıları tutuyor muhtemelen…
Anında Ortaçağ’daki bir ‘Haçlı koalisyonuna’ dönüşüveriyorlar.
AB’den ayrılma referandumunu kazanan İngiliz “Brexit”çilerin gerekçelerinin başında Türkiye’nin üyeliği geliyordu. Resmen “Türkler geliyor, biz gidelim” dediler ve kazandılar. 
Yıllarca ülkenin belini büken PKK ve öteki terör odaklarına kim kol kanat gerdi mesela?
Kim ne derse desin AB’nin tamamı PKK konusunda kötü bir sınav vermiş ve de vermektedir.
FETÖ’cülerin ellerini kollarını sallayarak gezdiği ülkeler de aynı…
Tabi ki AB standartlarını yakalayalım. Tabi ki Atatürkümüzün işaret ettiği gibi hukuk, adalet, demokrasi gibi kavramlarda ‘muasır medeniyeti’ hedefleyelim.
Ama bizi 60 yıldır kapısında oyalayan, iç ve dış düşmanlarımızı himaye eden, yardım ve yataklık eden, Türkiye’yi gerektiğinde kullanacağı ucuz iş gücü ve rahatlıkla cirit atabileceği açık pazar ve de Ortadoğu bataklığı ile arasında tampon bir devlet olarak gören bir anlayışa karşı bu denli tavizkar olmayı anlamıyorum. Melese Erdoğan ya da AK Parti meselesi değildir. Mesele en azından bazı konularda milli bir duruş gösterebilme meselesidir.
Türkiye’nin Batı’dan adım adım kopuşunu izlerken acı duyuyorum. Endişem, korkum artıyor. Ama bu kopuşu sadece Erdoğan’a fatura etmeyi anlamıyorum.

Nasrettin Hoca misali… Hırsızın hiç mi suçu yok?
Mesela… 60 yıl değil de bizi 30 yıl 40 yıl süründürmüş olsalardı kapılarında… 90’larda Gümrük Birliği sürecinde tam üyeliğe geçmiş olsaydık?
Bugün hukuk, demokrasi, insan hakları yönüyle nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olurduk?
Kişisel olarak hiçbir dönem AB’ye ‘para, zenginlik’ olarak bakmadım. Demokrasi, hukuk devleti olarak baktım.
“Bu iki meselenin oturduğu devletlerde gerisi nasılsa gelir” diye düşündüm.
Hatta şöyle düşünüyorum. AB Türkiye’ye pek çok açıdan yarı sömürge, müstemleke gibi bakmasaydı bugün Ortadoğu da başka olurdu Türkiye’de başka… Hatta Türkiye’yi yönetenler de başka…
O yüzden AB hiç kıvırmasın… Bugünün Türkiye fotoğrafında emekleri büyük… 

Sonuç olarak bence zaten AB’nin Türkiye’den vazgeçme lüksü yok! Blöf yapıyorlar!  Türkiye’nin Doğu’ya kaptırılması NATO açısından olduğu farklı sonuçlar doğurur o ayrı... Ama daha da önemlisi AB’nin Ortadoğu ile doğrudan sınır olması anlamına gelir.
İşte göze alamayacakları budur.
Karakaşımız kara gözümüz değildir mesele…
Çıkarları meselesidir.

Keşke biz de çıkarlarımız noktasında yumruğu tek bir noktaya vurabilsek…
Not: 5 Ağustos’ta kaleme aldığım ‘Her şerde vardır bir hayır’ başlıklı yazımın sonuna bir not düşmüştüm. Kurucu Genel Yayın Yönetmeni olarak 6 yılı aşkın süre görev yaptığım Ege’de Sonsöz’ün başına örülen ‘FETÖ çorabıyla’ ilgili bir nottu bu...
Notta aynen şu ifadelere yer vermiştim:
“At iziyle it izinin karıştığı olağanüstü süreçlerde olağanüstü karışıklıklar da yaşanabiliyor. Kurucu Genel Yayın Yönetmeni olarak uzun yıllar görev yaptığım ve halen bir parçası olmaktan onur duyduğum bu kuruma karşı da ‘Son dakika’ kumpası söz konusu oldu. Lakin kumpasçılar bu kez sert bir kayaya çarptılar. Mesele kısa sürede anlaşıldı. Oyun bozuldu. Çok yakında tarafımızdan detaylarıyla kamuoyu ile paylaşılacaktır.”
İşte o detaylı açıklama için gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Fatih Yapar’ın yayınlanan “Son Sözüm şudur ki!” başlıklı yazısını okumanızda fayda var.

Bu konuda bir şeyler söyleme hakkımı saklı tuttuğumun bilinmesini istiyorum.