GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
16 Nisan 2015 Perşembe

‘Kıymalı patates’ ilhamıyla adaylar…

Yetişilecek bir röportaj, gidilecek bir doktor randevusu nedeniyle sabah karanlığında kalkıp (akşam yemeği hazırlığı) patates oturtma için kıyma ve soğan kavururken bir yandan da yazılacak yazıyı düşünmek, kaç erkek yazara nasip olmuştur? Olmuş mudur acep?
Kıymalarla soğan kavrulur, salça, biberler ve domatesler tencereye atılma sırasını beklerken, yemeğin halleriyle memleketin hali arasında bağlantı kurmaya çalışan bir (kadın) zihni ile akşam yemekte ne yiyeceğini düşünen bir (erkek) zihin, nasıl birbirine benzer?
Birbirine ne rengi, ne şekli, ne görüntüsü, ne tadıyla benzerliği olan soğan, kıyma, domates, salça ve bilumum baharatın karışımından ortaya damak çatlatan bir lezzet çıkarken… Kendini bir anda, birbirine benzemeyen gözlere, sese, saçlara, dudaklara, boya posa, renklere sahip insanların buluştuğu ortak vatanda, bırakın damak çatlatmayı ortalama bir tat bile bulamayışımızın nedenlerini düşünürken buluveren… Neden bir kadın olur?
Yemek karıştırırken, aklı gece yatmadan önce başladığı kitabın (Vahşi Sürü, Daniel Höra’nın) sayfalarına karışan, gece bulamadığı soruların cevabını kıymalı patates oturmanın malzemelerinde arayan… Kitabında “Faşizmin günümüzde durmadan yeni kan ve yeni ruh aradığını” anlatan yazarın “Kağıt üstünde tamamen karşı olacağımız fikirleri, nazik görünümlü ve düzgün giyimli bir yabancıdan duyunca niçin söyledikleri bize ikna edici geliyor? Şiddet yüklü sağcı fikirleri nasıl olur da gülümseyen ve düzgün konuşan birinden işitince daha kolay inanıyoruz? İyi kalpli, zeki insanlar ne oluyor da kötülüğe tav oluyorlar? Popüler müzik ve edebiyat niçin zaman zaman faşizmin hizmetine bu kadar kolayca girebiliyor? Naziler nasıl olmuş da iyi insanlardan oluşan çok kalabalık grupların gözünü kamaştırmış; onları, kötülüğün gerekliliğine inandırmıştı” sorularına verebilecek yanıtları bulabilmek için tencerenin içindeki malzemelerle birlikte kim karışıp kavrulabilir?
 Ve dahası kitabın satırlarından yola çıkıp… Her gün önümüzde arz-ı endam eden, kimiyle sohbet, kimiyle röportaj yaptığımız aday adaylarıyla eşleştirme yapmaya uğraşabilir? Kim hepsinin eğitimli, fiyakalı kostümlü/modern giyimli, nazik, ağzı laf yapabilen, güler yüzlü oluşlarına bakıp ‘şimdi bunlar faşizmin yeni kanları/yeni canları mı’ diye zihninde isim isim araştırmaya girebilir?
Adayların ‘yerli mi/ithal mı’ olup olmadıklarından ziyade, ‘kim insan evladı, kim yüreğindeki merhameti/vicdani/adaleti, o ceylan derisi koltuklara geçirebilir’ derdinde olduğu için ‘ İzmir’e/İzmirliliğe ihanet mi ediyorum acaba’ diye kendi kendiyle hesaplaşmaya girebilir?
Fırında kızarmış patateslerin üzerine ince kıyılmış maydanozları da ilave ettiğin kıymalı sosu döküp tekrar fırına -bir iki tıkırdaması için- verirken, içindekileri de yazıya dökmek üzere bilgisayar başına kim oturur bir kadından başka?
“Akşam yemeği hazırlarken, aynı zamanda felsefe de yapılabilir” savını daha da ileri götürüp “Aristoteles yemek pişirseydi çok daha fazla şey yazabilirdi!” diyen (17. yüzyılın ortalarında Meksika’da yaşamış) rahibe/yazar Juanna İnes de la Cruz’un sözlerini iddialı bulsanız, itiraz etseniz bile… “Hangi erkek yazara, kıymalı patates ilham verebilir?” sorusuna verecek bir cevap bulursunuz diye umuyorum…

“Susarken bu kadar yorulabilir miydi bir insan”
diyordu ya Halil Sezai; kanaatim o ki, susarken daha çok yoruluyor insan… Öylece, yüzüne, dümdük dökülüverse sözcükler… İçinde birikenler yerli yerini bulsa… Biliyorsun ki, ne yorgunluk kalacak, ne ruhundaki topaklanmış kir pas! O yüzden yemekle rehabilite edip bünyeyi, karıştırıp duruyorsun tencereyi. Ruh doymuyor, boşa koysan olmuyor, doluya koysan almıyor, bari karınlar doysun diye…