GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
9 Mart 2015 Pazartesi

‘Feryatlarım sırlarımdır…’

Hafta sonu… Kıbrıs Şehitleri her zamankinden kalabalık, her zamanki gibi renkli, sıcak…
Kalabalığı yaran değil aralardan sıyrılmaya yarayan hareketlerle, ağır adımlarla yürüyoruz kebap ve kokorecin ağır bastığı kokular arasında. Ve seslerin… Sokak çalgıcılarının her biri ayrı ezgilerde, en çok da kendilerini eğlendiren müziklerini dinleyerek ilerliyoruz.
Caddenin sonuna doğru bulabildiğimiz kitabı alıp tekrar geldiğimiz yöne doğru dönerken, tek kişilik bir sokak sanatçısının sazının tellerinden dökülen türküye…. Gülümseyerek geçtiğimiz, çoğu gençlerin oluşturduğu gruplara yaptığımız gibi yapamıyoruz. Bir saz ustasından ziyade kendi kendine öğrendiği enstrümanla denemeler yaptığını düşündürten orta yaşlı, dökük giyimli adamın önünde durup çantamıza davranıyoruz.
Birkaç bozuk para, karşılıklı birkaç mahcubiyet teşekkürü, birkaç dakika durup dinlemek…
O türküsüne devam ederken biz de devam ediyoruz yürümeye, arkadaşlarla sözleştiğimiz gibi yemek yiyeceğimiz mekana gitmeye.
Siparişler veriliyor, karşılıklı gülüşmeler, hoş sohbet anlar vs. derken…
Az önce dinlediğim türkünün sözlerini mırıldanırken buluyorum kendimi, gözyaşları eşliğinde, aniden… ‘Bu da ne şimdi’ falan da demeden, bir süredir içime akan kederin gözle görünür hale gelişine engel olmuyorum…   
*
‘Efkar karması’ adı altında bir şarkı listesi yayınlanmıştı egeoistokur’da bir ara. Kendi listesini okura sunarken, şöyle diyordu Murat Menteş:
“Her sanat eseri bir intihar ya da cinayetin tehir edilmesi midir? Tarih veya destan yazmak, aşırılığın bir verimi midir? Müzik hakikaten ilahi bir infilak mıdır? Cidden bilemiyorum. Mevlana, ‘Feryatlarım sırlarımdır’ demiş. Şiirlerde, şarkılarda içimizi döküyoruz. Hislerimize estetik bir mazeret kazandırıyor şarkılar. Varoluşsal hüzün şarkılarda istifleniyor, depolanıyor. Hakikati anmak adına ‘bir doz keder alıyoruz, iki ölçek elem’ mesela. Gelgelelim hayat ne filmlerdeki, ne romanlardaki, ne de şarkılardaki gibi akıyor. Dolayısıyla şarkılar giderek uzaklaşan hatıralar, sönen umutlar ve sahipsiz, muhatapsız hislerin harmanlandığı bir paralel evrene dönüşüyor. Aşkın ömrü şarkılarınkinden kısa. Bir kulağımızdan girip kalbimize çarptıktan sonra öbür kulaktan çıkıyorlar. ‘Bizim şarkımız’ dediklerimiz bile ‘biz’den uzun yaşıyor.”
*
Yazı yazmayı adeta zorunlu kılan hafta başındayız. Adaylar, aday adayları, ön seçim tahminleri, temayül bilmeceleri, kente gelip giden genel başkanın izleri, iktidar partisindeki iktidar oyunları, seçim anketleri ve bunun gibi bi dolu gündem var, seçip üzerine yazılabilecek. Ama aklımda o türkü, içimde tarifsiz bir keder var. Ve kelimelere ‘yeni rütbeler’ kazandırmış Nihat Menteş’le yapılmış bir söyleşinin giriş cümleleri:
“Siyasi gündemle başlamak istiyorum…
- Tatsız mevzu.
Neden?
- Çünkü bir ülkede ne kadar çok siyaset konuşuluyorsa, o ülkede hayat o kadar kötü demektir.
Siyasetimizi kötü yapan ne?
- Türkiye’de siyaset bir kısır döngü içinde. Demokrasinin seyrelmesi, siyasetimizi bir ‘Emir verme ve emir alma’ kalıbına oturttu. Hatta, tapınmaya varan ifadelere şahit oluyoruz. Onurlu insanlar emir vermek de, emir almak da istemezler. Krala filan tapmazlar.
Peki, sanatın siyaseti konu etmesi? Mesela siz, siyasi bir roman yazmayı düşünmez misiniz?
- Gerçekler, romanlardan daha ilginç. Siyasi roman yazsam, bugünün siyasetçileri kadar kötü adamlar yazamazdım. Böylesi tipler, korku romanlarında bile yok.”
*
Olan bu. Bugün, korku romanlarının en kahramanlarından bahsetmek geçmedi içimden. ‘Feryatlarım sırlarım’ olsa da, içimi döktüm. Aslında sadece ‘hayat bazen yıkıcı, acıtıcı bir şey olabiliyor’ diyebildim. Hep birlikte bu kadar ‘kötü bir hayat’ yaşarken, kendime ancak bu kadar izin verebildim.
‘Korku romanları’na döneriz yarın öbür gün…