GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Hanzade ÜNUZ
YAZARLAR
11 Mart 2024 Pazartesi

Karantina Adası'nda dolap çevirmek...

Nihayet…

Ruhuma patinaj yaptıran siyasi mevzulardan başımı kaldırdığımda…

Kendimi Arkas Sanat Merkezi’nde koleksiyoner Ünal Göğüş’ün enfes söyleşisinde buldum.

Hepsi birbirinin aynısıymış gibi gelen seçim konuşmalarından sıyrılıp… 

Ressam Nejad Devrim ve Mübin Orhon eserlerinin  yer aldığı “İki İmge Yolcusu” adlı sergi kapsamında konuk olan ve samimi üslubuyla kendisine hayran bırakan Ünal Göğüş’e dikkat kesildim.

Türkiye’nin en iyi 25 koleksiyonerinden biri olan Göğüş’te en çok ilgimi çeken şey net sözleri, sade kişiliği oldu.

Binin üzerindeki resim koleksiyonundaki ilk eseri 1970 yılında aldığını süslemeden, soslamadan anlatırken…

“Sanatçının eserini almadan önce o sanatçıyla yakınlık kurardık, dost olurduk” diyerek bugüne dikkat çekti.

“Şimdi resim almak moda oldu, parası çok olan bazı kişiler koyun sürüsü gibi bir yarışın içine giriyor” dedi.

Ünal Göğüş aklı ve estetiği en yalın şekliyle buluşturan sohbetinde…

Neden ve nasıl koleksiyoner olduğunu anlatırken, sanatçılar ve eserleriyle ilgili öyle ince detaylar paylaştı ki…

Kendisine sanat eleştirmeni ile koleksiyoner arasındaki fark nedir diye sormadan edemedim.

Durdu, düşündü;  “Bu çok ilginç bir soru” dedi.

Sonra gözleri aradığını bulmuşçasına parlayarak, en mütevazı hali ve yavaş kelimeleriyle yanıtladı…

“Sanırım ben sadece ilgi duyduğum sanatçılara ve eserlerine fokuslanıyorum. Daha dar bir çerçevede odağıma aldığım sanatçıların dünyasında  geziyorum.”

Nasıl el işçiliğinden, fabrikasyon ürünlere geçildiğinde her şey daha çok ve daha ucuz hale geldiyse…

Birbirine benzeyen kalabalık yaşantılar da, günümüzdeki benzer kalıp insanları üretiyor.

Kalabalığın gürültüsü içinde sanatın iyileştiren sesi insana dair derinlikleri hatırlatan bir ilaç gibi geldi adeta…

Ünal Göğüş’ün de belirttiği gibi…

Kalabalığın içinde kendine vakit ayırarak ilgi alanlarına fokuslanmak…

Belki de hepimize hayatla ilgili farklı yanıtlar getirecektir.

Günümü değil haftamı güzelleştiren bu sanat sohbetine Arkas Sanat Merkezi Direktörü Müjde Unustası ev sahipliğinde ve Kuratör Necmi Sönmez rehberliğinde eşlik ettik.

Düşünceleri ve emekleriyle İzmir’in kurak topraklarını yeşerten Arkas Sanat ailesine çok teşekkürler.

***

Dahası hafta sonunda da Doğal Sofra Urla’nın düzenlediği harika bir geziye katıldım.

Ot Bayramı Kültür Turu çok ciddi özverili çalışmalar yapan Doğal Sofra Derneği sayesinde gerçekleşti.

Urla Belediyesi’nin de katkı koyduğu gezide çok ayrıcalıklı bir sürpriz vardı.

Urla’da iki yıldan bu yana süren restorasyonu biten 160 yıllık özel bir yapıyı ilk görenlerden olduk.

Karantina Adası olarak bildiğimiz yerde 1865 yılında Osmanlı döneminde Fransızlar’a inşa ettirilen “Tahaffuzhane”yi özel bir izinle gezdik.

Gezi rehberimiz İdil Yazıcıoğlu  ve Karantina Adası Müdürü Turgut Yılmaz eşliğindeki turumuzda gözlerimize, kulaklarımıza inanamadık desek yeridir.

***

Tahaffuzhane aslında eski bir sağlık kuruluşu.

Deniz yolculuğu sırasında, yolcuları ve personeli arasında bulaşıcı hastalık görülen gemilerin karantina sürelerini geçirmeleri, gerekli sağlık önlemlerinin alınması ve hastaların sağaltılmaları için, büyük limanlara yakın kıyılarda kuruluyormuş.

“Karantina” kelimesinin anlamının “40 gün” olduğunu örneğin ben yeni öğrendim.

Zamanında İzmir’e deniz yoluyla gelenlerin ilk olarak karaya bastığı ve hastalık olasılığına karşı kontrol altında tutulduğu yermiş tahaffuzhane.

İzmir’deki ilk tahaffuzhane 1840 yılında şu anda Karantina adını taşıyan semtte kurulmuş.

Sonra şehrin içinde kaldığı gerekçesiyle Urla’ya taşınmış.

Dünyada hali hazırda sadece üç tane olan ve en iyi korunmuş haldeki Urla Karantina Adası’ndaki tahaffuzhane tesisiymiş.

 Urla İskele’den baktığınızda hemen sağda denizin ortasında duran Karantina Adası…

Karaya incecik bir yol ile bağlı 323 dönüm büyüklüğünde dev palmiyeler ve çam ağaçlarıyla bezeli yeşil bir vaha görünümünde…

1980 yılında korunması gereken kültür varlığı kapsamında Birinci Derecede Sit Alanı ilan edilmiş.

Az insan, çok hayat olmuş.

Tık tık diye tahtaya vuralım, karpuz kabuğu da düşürmeyelim…

Bugüne dek de kendi habitatını mükemmel şekilde yaşamış, neredeyse Jurassic Park gibi özerk bir bölge olarak kalmış.

Titizlikle korunması elzem olan Karantina Adası’nın içinde yer alan Tahaffuzhane binaları gerçekten özenli bir restorasyondan geçmiş.

Üst üste dört katı bulan geçmiş yıllara ait boyalar tuğla duvarlardan ve demir aksamlardan tek tek kazınmış.

Fantastik havası içinde büyüleyici atmosferini sanki daha dün kullanılıyormuş gibi koruyan yapılar pırıl pırıl hale getirilmiş.

Binalardaki iç donanım ve aksesuarlar kullandığı günkü orijinalleri olması nedeniyle…

İçeriye adım attığınızda sanki bir filmin içine girmiş gibi...

Ana bina kapısından demir raylar üzerinde taşınarak içeri alınan deniz yolcularını neredeyse görecek gibi oluyorsunuz.

Yolcular kadın ve erkek diye ikiye ayrılarak ilk bölümde giysilerini çıkarıp…

Duvar köşesinde yer alan, dönerek arka odaya doğru açılan ahşap dolaplara koyuyorlarmış.

Dönen dolaplar giysilerin dezenfekte edileceği duvarın arkasındaki diğer bölüme açılıyormuş.

Hatta Karantina Adası Müdürü Turgut Yılmaz’ın verdiği bilgiye göre…

“Arkadan dolap çevirmek” deyimi de işte bu Karantina Adası’ndaki uygulamadan türemiş.

Yolcular daha sonra diğer bir bölümde yan yana kurulu kabinlerinde dezenfektanlı suyla duş yapıyorlarmış.

Yanlarında getirdikleri bavul gibi eşyalar ise özel kabinlere alınarak buharla yıkanıyormuş.

Daha sonra geçilen alanda temiz kıyafetler giyip, belli süre bu adada misafir edilerek, sağlıklı oldukları anlaşılınca ana karaya geçiş izni veriliyormuş.

Cennet gibi bir ada içinde hayranlık veren bir düzen olsa da…

Tahaffuzhane yapıları içinde duşların alındığı, eşyaların buharla dezenfekte edildiği alanları gezerken…

İnsan kendisini Schindler’s List filmindeki Almanların Nazi kamplarında gibi hissetmiyor değil doğrusu…

***

Sağlık Bakanlığı’na bağlı Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü tarafından gözetilen 323 dönüm büyüklüğündeki Karantina Adası’nın…

Ve artık müze olarak değerlendirilecek “Tahaffuzhane” nin sadece İzmir’in değil…

Türkiye’nin gözbebeği bir alan olduğu bilinciyle…

1955 yılından beri hiç yapılaşmamış olmasının verdiği güvenle…

Süreç içinde kontrollü grup gezilerine açılacak olan Karantina Adası’nın…

Yangına, betona ve türlü belaya karşı alınacak maksimum önlemlerle…

Arkasından herhangi bir “Dolap çevrilmemesi” dileğiyle…

Restorasyonda emeği geçen tüm kurum ve kişileri tek tek tebrik ediyorum.

Karantina Adası, benim bir süre ara verdiğim yazılarıma yeniden başlamama vesile…

Ve de İzmir’imize, Urla’mıza, ülkemize hayırlı uğurlu olsun.

Koleksiyoner Ünal Göğüş’ün sözüne atıfta bulunarak bitirmek gerekirse…

Sadece ilgi duyduğum konu, kişi ve olaylar üzerine fokuslanmak üzere…

Hoş geldim…