GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
10 Eylül 2013 Salı

İnsan hakları, dünya politikasının yönlendiricisi olabilir mi?

Geçmişte koloni hareketlerinin, göçlerin, savaşların oluşturduğu siyasal coğrafyada, farklı özelliklere sahip büyüklü küçüklü insan grupları yan yana geldiler ve aynı devletin yurttaşları ya da aynı ülkenin insanları olarak bir arada yaşamak zorunda kaldılar. Bu zorunluluk elan sürmektedir.
Dünyanın birçok ülkesinde, iktidarda olan farklı özelliklere sahip gruplar, iktidarda olmayan ve iktidarda olandan farklı özellikler taşıyan grupların, bu farklılıklarından dolayı, temel haklarını yaşamalarına doğrudan veya dolaylı olarak engel olmuşlardır.
Bu durum, grup hakları talebinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Böylece “grup hakları” talebi, günümüz dünyasının şu andaki ulusal ve uluslararası siyasal koşullarında, temel hakların bir gereği olarak, kabul görüyor. Bu kabul, çeşitli grupları kendi bağımsız devletlerini kurmaya ve uluslararası düzeyde de yeni kültürel bloklaşmalara götürüyor.
 
İnsan haklarını grup haklarına dayandıran anlayışın ortaya çıkaracağı devletler, insan haklarını, daha iyi bir geleceğe taşır mı? Bunu tartışmak gerekir.
Grup hakları, toplumun bütünüyle ilgili haklar değildir; sadece söz konusu gruba bağlı insanları bağlayan haklardır burada söz konusu olan.
Bir ülkede, tek tek her kişiyi ilgilendiren kişi hakları ile grup haklarının, kamusal alanda aynı derecede belirleyici ağırlığa sahip olmaları, üniter devletin işlemesini imkânsız kılar.
Herkes için geçerli “kişi hakları”na dayalı bir devlet mi, yoksa sadece bir grup insanı bağlayan “grup hakları”na dayalı bir devlet mi?
Bu sorunun yanıtını aramadan, yeni dünya düzeninde devlet yapısını konuşmak mümkün değil.
 
Sınıf çatışmalarının son bulduğunu ileri süren Fukuyama, tek kutuplu dünyada “tarihin sonu”nu ilan etti.
Habermas, grup haklarını, yeni dünya düzeninde kamusal yaşamın yeniden yapılanma sürecinde, kişi haklarının yerine geçebileceğini öne sürdü.
Ne tarihin sonu geldi, ne de grup haklarına dayalı bir devlet kurulabildi. Birden fazla grubun haklarına dayalı bir kamu düzeninde devletin nasıl yapılandırılacağını bilen yok. Dil meselesinin nasıl çözüleceğini ve muhtemel çözümlerin hangi sorunlara yol açacağını doğru dürüst öngören de yok.
Bütün grupların bir yatay toplumu olmadan, hepsini eşitlemek suretiyle bir devlet çatısı altında toplamak, üniter devlette mümkün değil.
Federasyon öngörülüyorsa, en kısa sürede, herkesin kendi yoluna gitmek isteyeceğini tahmin etmek hiç de zor değil.
 
Bir dünya problemi olarak insan haklarının dünya politikasının yönlendiricisi olması, grup haklarının, insan hakları kataloğunda nasıl tanımlandığıyla doğrudan ilintilidir.
Devletin oluşturucu birimi olarak ele alındığında, grup hakları, sadece o grubu ortaya çıkaran koşullarda geçerli olacağından, dolayısıyla bütün grupların yatay toplumu olamayacağından, millet ve milliyet kavramları çıkışsız bir tartışma ortamına sürüklenecektir.
Bu çıkışsızlık, binlerce homojen toplumun kendi devletini kurmasına yol açtığında ve bu devletler, ciddi boyutlarda güvenlik sorunu yaşamaya başladığında, yeni bir emperyal dönemin kapıları açılacaktır.
Güvenlik nedeniyle vesayet altına giren binlerce küçük devlet: Bu tabloda, geleceğe dair umut veren yeni hiçbir şey yok.
Bu gelişmenin tek kazananı, dünya sistemi olarak küresel kapitalizm olacaktır. Binlerce küçük ve güçsüz şehir devletini kapitalizmin metropollerinden yönetmek fikri, kapitalistlerin iştahını haklı olarak kabartıyor.
 
Ulus meselesini hafife alanlar, solculuk yapayım derken mikro milliyetçiliği savunanlar ve etnisiteye dayalı milliyetçilik fikrine saplanıp kalanlar; daha iyi bir dünya ve daha iyi bir hayat adına hiçbir şey yapmadıklarını bilmeliler.
 
İnsan hakları, dünya politikasının yönlendiricisi olmalıdır. Ama insan haklarına dayalı bir dünya politikası için insanlığın alacağı daha çok yol var.