GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
10 Kasım 2010 Çarşamba

Bir olalım, diri olalım, iri olalım!

Sadece CHP’’deki sorunları değil, Türkiye’’nin hatta dünyanın problemlerini bitirecek bir söz.
Altı üstü 6 kelime. Ama 60 bin ton ağırlığında. Hünkar Hacı Bektaş Veli yüzyıllar öncesinden böyle seslenmiş bizlere. Ve de toplum mühendislerinin, filozofların, lokman hekimlerin, siyaset erbaplarının, devlet büyüklerinin içinden çıkamadığı onlarca sorunu bir çırpıda çözmüş, dahası çözüm yolu göstermiş.  Çünkü Anadolu, o gün de, bugün olduğu gibi tam bir kültürel mozaikmiş.
Kürt sorunu nasıl çözülecek?
’‘Bir olalım’…’’
Her konuda bağımsız Türkiye nasıl yaratılacak?
’‘Diri (canlı, uyanık) olalım’’
Daha müreffeh, daha mutlu bir toplum, ülke nasıl var olacak?
’‘İri olalım’…’’
Neresinden okursanız okuyun, neresini alırsanız alın, kime isterseniz uygulayın.
Her derde deva bir reçete’…
Mesela CHP’’deki gelişmelere uyarlayalım bu reçeteyi’… Üç başlı (Kılıçdaroğlu, Baykal ve Sav) yapının yanlışlığını ortaya koymuyor mu sizce de ’‘Bir olalım’’ ibaresi?
Sadece bu iki kelime bile yetiyor aslında CHP’’deki sorunları kökten çözmeye.  ’‘Bir olsalar, diri olacaklar ve de iri olacaklar.  Yani iktidar olacaklar. Peki, onlar ne yapıyor? Uyuyorlar mı Hünkar’’ın sözüne, uyguluyorlar mı yüzyıllar öncesinden yazılan her derde deva reçeteyi?
Açıkçası son gelişmeler umut verici’… Devir teslim törenindeki konuşması, Eski Genel Sekreter Sav’’ın bu noktaya geldiğini düşündürttü bana. ’“CHP bir ailedir, kol kırılır, yen içinde kalır, her türlü yardıma, desteğe hazırım’” dedi Sav, selefi Süheyl Batum’’a’…
 Yoktu, ilk günlerdeki hırçınlığı, kırgınlığı’… Parti içi darbenin yapıldığı saatlerde, biraz da duygusal konuşan Kılıçdaroğlu da geri adım atmış gibiydi. Twitter’’den birleştirici mesajlar yayınlayan Kılıçdaroğlu, yaptığı barışçıl açıklamalarla ’‘bir olmanın’’ zorunluluğunu anlamış görünüyordu.  Örgütlerde değişim yapmama, kelle operasyonuna çıkmama kararı da ’‘bir olmanın’’ bir gereği olarak yorumlanabilirdi.
Ve Eski Genel Başkan Deniz Baykal’… Sav operasyonuna kadar, partisinin gidişatına dair eleştiriler getiren Deniz Bey gitmiş, ’‘Mevlana’’ gibi birleştirici mesajlar veren Baykal gelmişti. Kurultay talep ederken bile ’‘Daha birleştirici, daha geniş kapsamlı, daha kucaklayıcı kadro’’ şartını koyuyordu ortaya. Yani ’‘Bir olalım’’ diyordu adeta.
**
Geçtiğimiz günlerde ’‘CHP’’yi bekleyen asıl tehlike’’ başlığıyla kaleme aldığım yazı da aslında bu reçeteye gönderme yapıyordu. İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek’’in canlı yayındaki görüşlerini referans alan yazı, halen İzmir’’de CHP’’yi belediye başkanı, örgüt yöneticisi hatta milletvekili olarak temsil eden çok sayıda ismin ortak görüşü, taşıdığı endişeydi bir bakıma.  
Korkunun nedeni yeni yapılanmanın ’‘bir olmayı’’ engelleyebileceği yönündeydi. Kimi Önder Sav’’ın tasfiyesinin zamansız, gereksiz ve de vefasız bir hareket olduğunu söylüyor kimi Baykalcı yapının yokluğunun en başından beri hissedildiğini, gelinen noktadaki kaosun bu eksiklik nedeniyle yaşandığını savunuyordu. Ve bir kesim de Kılıçdaroğlu’’nun eldeki patlıcanlarla pişirdiği musakkanın Türkiye’’de herkesin, özellikle de partinin oy deposu Batı’’nın damak zevkine uymayacağı endişesi taşıyordu.
Bu basit ama önemli bir uyarıydı aslında. Ve uyarının merkezinde en önemli, yetkili Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin ve Tekin’’in uygulayacağı modelden duyulan endişe vardı. Deniz Baykal ve Önder Sav gibi parti ile bütünleşmiş, Kemalist-Ulusalcı yapıların olmadığı, ’‘Yeni CHP’’yi kurduk, 53 yıldır iktidar olamıyoruz, partiyi halka açıyoruz’’ diyen Kılıçdaroğlu’’nun dengeleri iyi kuramadığı düşünülüyordu. Belki de ikinci adam Tekin değil de bir başkası olsaydı, (Mesela İzmirli Alaattin Yüksel) bu endişeyi ne Berhan Şimşek ne İzmir’’in apoletli partilileri taşımayacak, oluşturulan yeni CHP, Türkiye mozaiğine daha yakın bulunacaktı.
Belki yanlış cümlelerle ama ifade etmeye çalıştığım tam olarak buydu. Alevi ya da Kürt alt kimlikleriyle öne çıkanların varlığını eleştirmek değil Ulusalcı-Kemalist yapının eksikliğini vurgulamaktı amacım. Anlatamadım, anlaşılamadım.
Diyorlar ki Gürsel Tekin de ulusalcı, Kemalist’’tir’…  Olabilir, belki de öyledir. Ama kurultayın birinci gecesi Ankara’’da Dedeman Otel’’de alternatif liste toplantısı yaparken, Tekin’’in ağzından kulaklarımla duyduğum ifadeler’… ’‘Turuncu devrim yapacağız’’ arkadaşlar gibi’…
Ve de Tekin İstanbul’’da ’‘çarşafa rozet’’ takarken, düşüncesine şahit olduğum İzmirliler hiç de öyle demiyordu. Özetle Kılıçdaroğlu’’nun Tekin’’i ikinci adam yaparak yanlış yaptığını, Tekin’’in İstanbul’’da yaptığı gibi (Berhan Şimşek öyle diyor çünkü) hemşehrilik bağıyla kurgulayacağı örgüt modelinin CHP’’ye zarar vereceğini düşünüyorum. Sanırım bu kadarını düşünmeye özgürüm.
Birileri üzerimden kişisel siyasetlerini kurgulamaya çalıştı’…  Biraz canım sıkıldı açıkçası. Çünkü; Bir Türkiye mozaiğinden söz ediyorsak, (Ki ben buna inananlardanım) Alevileri ve Kürtleri bu mozaiğin en önemli, en temel rengi/parçası olarak görüyorum. Yani asli parçası’… Sadece onları mı? Çerkez, Arnavut, Boşnak, Laz, Gürcü, Arap ve de Roman’… Hepsi ama hepsi ’‘bir olalım’’ reçetesinin olmazsa olmaz parçası, Türkiye mozaiğinin tamamlayıcı bir rengidir bana göre.
Semahta, halayda, horonda, zeybekte coşan bir Türkiye hayalini kuruyorum. Mevlana’’nın hoşgörüsünü, Yunus’’un aşkını, Alevi’’nin çilesini biliyorum, anlıyorum. Eğer bir grup spekülatörün, provokatörün iddia etmeye çalıştığı gibi;  siyasette Kürtlerin varlığından rahatsız olsaydım eğer; CHP’’nin İzmir örgütündeki tek Kürt kökenli İlçe Başkanı olan Enver Dündar’’ı sonuna kadar desteklemez, Aziz Başkan’’a hitaben, ’“Eğer Dündar’’ı alt kimliği/rengi nedeniyle desteklemez, seçim korkusuyla  ’‘beyaz’’ aday arayışına girersen, Bornova’’daki seçimi kazansan da kaybetmiş sayılırsın’” diye açıkça yazmazdım.
Ya da il kongresi sürecinde İzmir’’in Alevi İlçe Başkanlarından Yüksel Demirsoy’’un il başkanı yapılmasa bile en azından ’‘aday olmasının’’ önünün açılmasını savunmazdım.
Onlarca Kürt, Alevi kökenlinin, temsil kabiliyeti nedeniyle makam/mevki sahibi olmasına, bulundukları makamlarda başarılı olmalarına destek olmaz, birçoğuyla kader birliği etmezdim. Beni bilen bilir, tanıyan tanır. Onlarca Alevi-Kürt kökenli can dostum olduğunu, gerektiğinde onlar için değil malımı, mülkümü, canımı bile verebileceğimi.
Keşke siyaset, eskiden olduğu gibi ’‘ideolojik’’ derinliklerde yapılmaya devam etseydi. İşte o zaman bugün yapılan yüzeysel, sığ ve faşizan yaklaşımlar olmaz, bazıları alt kimlikleriyle, mezhepleriyle değil, fikri ağırlıklarıyla, temsil kabiliyetleriyle öne çıkmaya çalışırdı. 1980 darbenin bizi getirdiği nokta tam olarak budur. Bir ülkenin başbakanı bile, Diyarbakır’’da ’‘Yaratılanı severim, yaratandan ötürü’’ derken, Karadeniz’’de, ’‘Soyun ne sopun ne?’’ çıkışı yapabiliyor.
Ne yazık ki siyaset, doğrularla değil, kendi doğrularıyla yapılıyor. Oy almak için her yol mübah görülüyor, karşılanıyor. Çünkü bozulan sadece siyasetçi değil. Balık baştan koksa da bozukluk, koku kısa sürere kuyruğa kadar iniyor. İşte size Türk seçmeni’… Adayın, liderin nereli olduğuyla, alt, üst kimliği ve de mezhebiyle ilgileniyor, tercih yaparken bu temelden yola çıkıyor. Ne yazık ki böyle’…
O yüzden referandum sürecinde Fethullah Gülen’’den, tarikatlardan fetva alınıyor, o yüzden BDP gibi etnik temeldeki partiler, İzmir gibi demokrasinin, hoşgörünün başkentinden bile onbinlerce oy alabiliyor. Kürt açılımı, alevi açılımı, roman açılımı’… Çözüm paketi mi yoksa oy, seçmen avımıydı? Ne yazık ki siyaset kurumu, siyasetçi ve de seçmen gerçeğimiz bu.  Ve son sözüm’…  Yine de tüm bunları bir kenara koyup, ’‘bir olalım, diri olalım, iri olalım’’ biz. Ve de söz konusu vatansa, Türkiye ise gerisi teferruat diyelim.