GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
7 Mart 2016 Pazartesi

Anlamsızlık dört bir tarafımızı kuşatırken…

Saçmalamak kitlesel histeriye dönüşünce yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlamlar da muğlâklaşıyor. Şirazesinden çıkan sistemde artık farklı dinamikler işliyor. Öyle ki, o dinamiklerin başlattığı yeni süreçleri anlamıyoruz ve anlamadığımız meseleler üstüne büyük laflar edip duruyoruz.

Ülkede yaşanan değişim ve dönüşümün siyasal ve sosyal yaşama getirdiği İslami bakış açısına dayalı olarak kurulan yeni dil bende sadece ve sadece saçma etkisi uyandırıyor. Anıtkabir’e Kâbe muamelesi yapanların bezdirici bağnazlığı ha keza…

Dünya giderek derinleşen bir krizin girdabında; Bunu biliyoruz. Belki de tek doğru bilgimiz bundan ibaret. Sistem dengeden çıktı ve denge durumuna geri dönmüyor. Yıkıcı bir bunalımın kapısı aralandı.

İktidar grupları artık yönettikleri toplumlara ne vaat ederlerse etsinler, umutsuzluğun önüne geçemiyorlar. Sisteme olan güven sarsıldı. İnsanların önce hayalleri yıkıldı, sonra da beklentileri en temel ihtiyaçlarla sınırlandı. Bu, kapitalizmin doğasına aykırı bir durumdur.

Dünya sistemi kapitalizm Araf’ta… Üretim, tüketim, yeniden üretim sarmalında insanı tüketim nesnesine dönüştüren kapitalist sistemin kendisi de tükeniyor.

Tükenişin yeryüzüne yaydığı ağır hava üstümüze çöktükçe ruhumuz daralıyor. Çıkışsızlığın cenderesindeyiz.

Muktedirler hayatlarımıza zar atıyor… Aramızdan kaçımızın bu güç oyununa kurban edildiği sadece sayısal bir anlam taşıyor.

Dünya sistemi kapitalizmin yaşadığı yapısal krizde sistemin sonunu getirebilecek öncüllerin ortaya çıkması, sistemin periferisinde yer alan kimi ülke yöneticilerini, başının çaresine bakmak konusunda cesaretlendirdi. Bu yöneticilerden biri de Recep Tayyip Erdoğan’dır.

“Ben muktedirim, kendi yoluma giderim” havasına giren Erdoğan, iktidar olmak için icazet aldığı sistemin metropolünden o denli umudunu kesmiş ki, kendi başına yöneteceği bir Türkiye dizayn etmeye kalkışmış bulunuyor.

Erdoğan ve arkadaşları, insanlığa verecek hiçbir şeyleri olmadığı halde, büyük sözler söylemekten çekinmiyorlar. Dindarlıkları şaibeli olmakla birlikte İslamcılıkları tescilli bu iktidar zümresi, yeni bir şey söylemiyor; Aksine, en iyi bildiğimiz şeyi söylüyor. Söylenenlerin arka planında hep aynı çağrı vardır: “Tapınaklara gidin! Tanrı’ya sığının! İbadet edin! Önce Tanrı’ya, sonra Efendilerinize itaat edin!”

 

Söylenen her şeyin anlamsızlaştığı zamanlardayız. Artık ne sistemin sunduğu nimetlere, ne de başka bir hayata dair hayallerimiz var… Tünelin ucu kayboldu. Işık falan görünmüyor.

İnsanlığı yeniden umutlandıracak, herkesin “İşte bu!” diyeceği yeni “söz” mutlaka ortaya çıkacak. Ne ki, kullanılagelen retorik inandırıcılığını yitirmiş olmasına rağmen elan hükmünü sürüyor; hükmü sadece bir avuç muktedire geçiyor olsa da... Yani, kısa vadede umut yok.

Sistemde büyük çözülmenin alametleri, bütün değerlerin ve ahlak normlarının hayatımızdan akıp gittiği paradigma çökmesiyle ortaya çıktı. Edindiğimiz bütün moral değerler çözülüyor, ahlak adına benimsediğimiz ne varsa hepsi ayak bağı olmaktan öte bir anlam taşımıyor artık. Ve bu rezil halimizi örtbas etmek için şimdi daha çok yalan söylüyoruz. Söz ve yalan aynılaştı.

Yüzyılda bir insanlık böyle bedeller ödüyor. Bu, insan olmanın bedelidir. İnsan, masumiyeti şaibeli, kusurlu bir yaratık olmanın bedelini ödüyor. Tam da hak ettiği gibi, görüntü ve gürültüden ibaret, anlamını yitirmiş saçma bir hayatın orta yerinde…