GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
19 Nisan 2010 Pazartesi

’“Hepimiz Yılmaz Özdil’’iz’” diyene kızıyoruz da biz kimiz?

Apo’’nun hücresinin boyutlarının tartışıldığı’…
7 askerimizin ölüm haberinin geldiği, içimizin çok yandığı bir günde yapmıştım söyleyişi gazeteci/yazar Ece Temelkuran ile.’¶
Uzun bir söyleşi olmuştu. Yazılarını günbegün takip eden biri olarak, söylediklerine/düşüncelerine yabancı değildim.
Ama o gün endişe ve düşünceli bir ifadeyle söylediği bir bölüm vardı ki’… Ne zaman onun yazılarını okusam, ’‘hah işte, tam da böyle düşünmüştüm’’ dedirten Ece yazılarından farklı bir tondaydı söyledikleri. Şöyle diyordu:
’“Bir şey söyleyeyim mi, ben siyasette samimiyet aramıyorum. Siyaset, samimiyetle ilgili bir şey değil, tutarlılık arıyorum ama. Ve insanları, onların bu tutarsızlığı çok korkutuyor. Tamam, bugün bunu istediler, yarın şunu istediler, peki sonra ne olacak? Haklı olarak da insanlar bunu soruyorlar. Yani dün dil meselesiydi, bugün Apo’’nun hücresi meselesi. E ama yani insanlar ölüyor’… Böyle olmaz ki! İnsanlar acı çekiyorlar.
Daha önce yapmakta zorlandığım ve şimdi yapılmasını gerektiğini düşündüğüm şeylerden bir tanesi, bunu her toplantıda söylüyorum. Biz solcular olarak bu ölen askerlerle ilgili doğru dürüst bir şey söylemedik!  Şimdi insanlar da protez bacağını masanın üzerine koyuyor, ölü çocuğunun fotoğrafını masanın üzerine koyuyor, ve soruyor: Madem böyle olacaktı biz bu çocukları niye verdik size? Biz onların haklarını da yeterince savunmadık, onların acısının da yeterince yanında olamadık. Şimdi mesela, şimdi bile bunu söylediğim zaman, ’‘aha.. orducu musun, bilmem ne misin’’ falan!
İşte bu böyle olmaz yani. Çünkü entelejansiya böyle bir güdüklüğe sürüklendi ve bu güdüklüğün kendisini eleştirecek yerde, o güdüklük içinde taraf almaya başladılar, saf tutmaya başladılar. Beni çok ürküten şeylerden bir tanesi bu. Ciddi bir entelektüel felç geçirdiğimizi düşünüyorum Türkiye’’de. Zaten bir avuç insan var, onlar da felç geçirdiler.
 
Şimdi’… İzmir’’de başka bir siyasi atmosfer var, İstanbul’’da bambaşka bir şey var. Bu Ergenekon meselesinden sonra en yakın arkadaşlar bile, birbirlerine selam bile vermemeye başladılar.  ’‘Bu ne yazmıştı bu konuda’’ falan diye düşünüyor insanlar selam vermeden önce ve inanılmaz bir öfke. Birbiriyle konuşması, diğer insanlar için cümle üretmesi gereken insanlar, konuşmaz hale geldi. Bizim işimiz ne ki? Senin benim işim ne? Diğer insanlara bilgiyi, haberi işleyip vermek lazım; hayatla ilgili, siyasetle ilgili’… O insanlar birbirleriyle konuşmuyorlar, dolayısıyla herkes kendi bünyesini kuruyor.’”
 
Kafamdaki çekmecelerin birine yerleştirdiğim bu sözleri, yeniden çıkardım yerinden.
Bir daha, bir daha okudum.
Sevgili Yılmaz’’ın ’‘yumruk’’ yazısından sonra basında kopan fırtınanın tersini söyleyen vatandaş yorumlarını okudum saatlerce. Yüzlercesini’… ’‘Hepimiz Özdil’’iz’’ diyen mesajları, ’“alnından öpüyorum’” diyen satırları, ’“bir sen varsın sesimizi duyuran’” diyen yüzlerce mesajı okurken ’“halk mı aydınları anlamıyor, aydınlar mı halkı; yanılan kim?’” diye düşündüm uzun uzun.
Ve içimi harmanlayacak acıtıcı sorular sordum kendime:
 
PKK’’yı daha 30 yıl önce ’‘Kürt milliyetçileri’’ diye eleştiren, sola/sınıf mücadelesine/halkların kardeşliğine zarar verdiğini düşünen biz solcular; 30 yılda daha da yoldan çıkan, yıllardır uyuşturucudan insan kaçakçılığına kadar bir sürü pis işe bulaşan bu faşist örgütü niye yeterince sesli eleştirmedik/eleştirmiyoruz?
Kürt vatandaşlar kendilerini PKK’’nın temsil ettiğini düşünüyorsa bile, bu yanlışı niye onlarla birlikte paylaşıyor gibi görünüyoruz? Niye yanlışa daha yüksek sesle yanlış diyemiyoruz?
PKK’’ya karşı olmanın Kürt halkına karşı olmakmış gibi algılanması nasıl/ne zaman başladı? Bu tuzağa niye biz solcular da düşüyoruz?
 
25 yıldır süren bu kanlı savaşta ölen ve çoğu yoksul ailelerin çocuğu olan Mehmetçikler için duyduğumuz üzüntüyü/kederi/isyanı, niçin yeterince sesli ifade edemiyoruz? Acıyı paylaşmak, ne zamandan beri ’‘orducu’’ olmayı gerektiriyor?
 
30 yıl önce hem Kürtlerin, hem Türklerin ezildiğini söylerdik. Ama artık Kürt vatandaşların acısı, çektikleri, onlara uygulanan işkence, sanki herkesin/her şeyin önüne geçti. ’“Türklerin bir eli yağda, bir eli balda; ülkenin tek ezileni/acı çekeni/işkenceden geçeni sanki sadece Kürt vatandaşlarıymış’” iklimi pek çok aydına hakim oldu. Hakkari’’de çocuklara dayak atan polis görevden alınırken, İzmir’’de gençleri coplayan polise tepki bile gösterilmemesi bu iklimin sonucu değilse ne?
 
Herkesin eşit haklara sahip olmasından, eşitler arasında Kürtlerin daha eşit olmasını mı savunmaya başladık farkına varmadan? Kürt vatandaşların hissiyatını anlamaya çalışırken, Türk vatandaşların hissiyatını mı kaçırdık?
 
Eskiden sağcı solcu, faşist/komünist ayrımı/saflar bu kadar karışık değilken, şimdi bu kavramlar niye bu kadar kolaylıkla savrulur ve birbirine girer oldu?
 
Yargının af dilemeyen PKK’’lıya farklı/özel davrandığını izleyen insanların hangi ruh hali içinde olduğunu hangimiz tercüme etti? Bu birikmiş adaletsizliğin, çocuklarını/yakınlarını/komşusunu teröre kurban vermiş insanlarda nasıl infial yarattığını/nasıl yaratacağını niye hissedemiyoruz? Ya da hissediyoruz da niye yeterince iyi/adil cümlelerle ifade edemiyoruz?
 
Şucu/bucu/ocu denilmesinden korkarken, kendi kendimize sansürler uyguladığımızı niye fark edemiyoruz?
 
Ve sol bu ülkede niye büyüyemiyor? Halkı anladığımızı zannederken aslında anlayamadığımızdan mı?
* * *
’“Herkes kendi bünyesini kuruyor’” demişti Ece.
Ben de böyle kuruyorum işte.
Kendimi yeniden anlamaya, içimdeki çatışmaların/karmaşaların nereden kaynaklandığını yeniden tarif etmeye çalışarak kuruyorum bünyemi.
Sorarak, sordukça çoğalan sorularıma cevaplar arayarak, içimdeki sansürün nedenlerini kurcalayarak. Kurgumu sorgulayarak kuruyorum’…