GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Politika
24 Ağustos 2021 Salı 09:28

CHP’li Bakan’dan İzmir’in Çernobili için çağrı: Sorumluluğu verin, biz temizleyelim!

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Murat Bakan, İzmir’in Çernobili olarak bilinen Gaziemir-Emrez’de bulunan eski kurşun fabrikasına ait nükleer atıkların kaldırılması ile ilgili olarak yaptığı açıklamada “Eğer nükleer atıklarla ilgili sorumluluğu vereceklerse yerel yönetimlere, biz üstesinden geliriz. Biz zaten devleti yönetmeye talibiz” diye konuştu.

EGEDESONSÖZ- Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Murat Bakan, SONSÖZTV’ye konuk olarak Gazeteci Fatih Yapar’ın sorularını yanıtladı. Türkiye’de yaşanan afetler üzerinden hükümete sert eleştiriler yönelten Bakan, Türkiye’nin Güney’inde gerçekleşen yangınlar üzerinden Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’yi eleştirdi. Bakan ayrıca kent gündemine ilişkin olarak da değerlendirmelerde bulundu.

Gaziemir'in Emrez Mahallesi'nde yer alan ve 'İzmir'in Çernobili' olarak bilinen kurşun fabrikası ile ilgili 'sorumluluk' çağrısı yapan Bakan, atıkların kaldırılması konusunda harekete geçilmesi gerektiğini belirterek "Nükleer atıkların bertarafı yerel yönetimlerin sorumluluğunda değil. Atom Enerjisi Kurumu, Sağlık Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bunların müşterekleri. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Eğer nükleer atıklarla ilgili sorumluluğu vereceklerse yerel yönetimlere, biz üstesinden geliriz. Biz zaten devleti yönetmeye talibiz. Her işi yaparız yani devleti bize bırakırlarsa… Ancak bu iş devletin çözmesi gereken bir konu. Bakanları, kurumları göreve davet ediyoruz, Cumhurbaşkanını göreve davet ediyoruz"  ifadelerini kullandı.

2019 yılının Ağustos ayında İzmir’de meydana gelen yangınlarda yapılan hataların 2021 yılında hala daha telafi edilmemiş olduğunu belirten Bakan, “Yangın bölgesinde benim gördüğüm şey; iki sene önce Menderes’te ne yaşadıysam aynısını yaşadım. Köyceğiz dışında tüm bölgeye gittim. Hatta Yatağan bölgesi yanarken de ordaydık. Helikopterlerin, uçakların gelmesini sağladık oradan yaptığımız canlı yayınla. İki sene önce müthiş bir koordinasyonsuzluk vardı İzmir’de. Bekir Pakdemirli’nin kibri vardı. Kibirli bir şekilde buradaki sürece müdahale vardı. Türk Hava Kurumu’nun uçaklarına 'hurda, uçamaz, bizim pilotlarımız bunlarla uçmaz' demişti. Gerçi onların uçması için onun personeline ihtiyaç yoktu. O THK’nin uçaklarının uçması için kiralama sözleşmesini yapmamıştı. Helikopterlerle müdahale edilmeye çalışıldı, Gece görüş gözlükleri yoktu. Gece olduğunda yangına müdahale edilme imkanı yoktu.

2 SENE ÖNCE NE YAŞADIYSAK AYNISINI YAŞADIK!
Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelmiş, Orman Genel Müdürlüğü’nün personelleri birbirinden habersiz ve bölgeyi bilmez durumdaydı. Su sıkın demeden su sıkamıyorlardı alanda, o koordinasyon da sağlanamıyordu. Yakıt almak için Gaziemir’e gidiyorlardı Menderes’in dağlarından; dolayısıyla lojistik yoktu. Yakıt ikmali yoktu. 2 sene önce ne yaşadıysak aynısını yaşadık. Yine uçaklar yok, yine gece görüşü olan helikopterler yok. Helikopter sayısı olması gerekenin altında. Yangınlarda kullanılan helikopterler genel maksat helikopterleridir, birçok alanda kullanılabilir. Genel maksat helikopterleri diğer ülkelerden kiralanan Mi-8 helikopterleriyle İçişleri Bakanlığı’nın bünyesinde olan Mi-17 helikopterleri aynı helikopterlerdir. Asıl itibariyle ikisi de askeri genel maksat helikopterleridir. Bunlara neden su sepeti takmadıklarını, kargo uçakları kullanılabilir mi diye sorduk. Ki bunlar da geçmişte yangın söndürmede kullanıldı. TSK’nin elindeki çeşitli helikopterlerinin neden kullanılmadığını; TSK’nin kurumsal kapasitesi tam anlamıyla yansıtılmıyor, neden onlar gelip yardım etmiyorlar diye sorduk. Foça’dan, Bornova’dan İzmir’e geldiler, bundan son derece mutluyuz, minnet duyuyoruz ama TSK’nin kurumsal kapasitesini yansıtmıyordu oradaki varlıkları.

AKILLANMIYORLAR!
Neticede yangın sürecinde, Einstein’ın bir sözü var ‘Beceriksizliğin en önemli göstergesi defalarca aynı hatayı tekrar edip farklı sonuç almayı beklemektir’ diyor. Yani Bekir Pakdemirli, iki sene önce elini prize soktu, elektrik çarptı; bir daha soktu bir daha çarptı, bir daha soktu bir daha çarptı… Aynı şeyi yapmaya devam ediyor arkadaş, akıllanmıyor. Burada 6 bin hektar yandı o zaman, tarım arazilerini eklediğiniz zaman; Çatalca Muhtarı bana mesaj atmıştı ‘Vekilim 7 bin 500 hektar’ diye... Şimdi ise 10 katı arazi yandı. Niye? Sen iki sene önce önlem almadın. 2019 yılında Türk Hava Kurumu ihaleyi tek başına kazandığı halde Gökçen Havacılıkla, Kaan Havacılık iştirak etti. Benim soru önergeme cevabı var Pakdemirli’nin. Maliyeti yüksek diye firmalara vermedin şimdi iki katı fiyata dünyadan kiralamaya çalıştın. Yani tam anlamıyla bir beceriksizlik var” dedi.

TOPLANTI YAPILDIĞINDA KOORDİNE EDİLECEK BİR ŞEY KALMAMIŞTI!
Bakan Pakdemirli’yi yangın bölgesinde görmediğini aktaran Bakan, yapılan koordinasyon toplantısına ilişkin “Koordinasyon toplantılarını kendi aralarında yaptılar, belediye başkanlarını çağırmadan. Koordinasyon falan yoktu, biz kendi başımızaydık; Mahmut Atilla Kaya da alanda tek başınaydı bizim gibi. Konuştuk Hacıveliler Köyü’nden ben ayrıldım o tek başına geldi köye. O da bir koordinasyon içinde değildi. Sadece yangınlar büyük ölçüde sönmüş noktaya gelmişken Marmaris’te bir toplantı yaptılar belediye başkanlarını çağırdılar ama bitmiş, kül olmuş binlerce alan. Neyin koordinasyonunu yapacaksın o saatten sonra? Marmaris tükenmiş, binlerce alan kül olmuş… Koordine edilecek bir şey kalmamıştı” diye konuştu.

BAKANLARA TEŞEKKÜR ETMİYORUM!
Bölgede yardıma koşan her türlü personel ve gönüllü vatandaşa teşekkür eden Bakan, “Orman Genel Müdürlükleri’nin ve diğer teşkilatların personellerin hepsini ayırıyorum; büyükşehirlerden gelen personeller, STK’ler ve gönüllülerin hepsine sonsuz teşekkür ediyoruz. Devleti yöneten akılla ve devletin personelini ayırıyorum. Bakanlara teşekkür etmiyorum ama personellere teşekkür ediyorum. Bakanlar bu işi yönetemediler. Kibir derken; öyle büyük büyük laflar ediyor ki, ‘Bu uçaklar hurda…' Sen 2019'da ihale yapmışsın, uçabilir durumdaki Gökçen Havacılığı ihaleye davet etmişsin, bu uçaklar uçamıyorsa niye davet ediyorsun? Tüm dünya biliyor ki, Kanada’dan gelen uçaklar, bizim kullandığımız uçaklar dünyada yangın söndürme için tasarlanmış en iyi araçlar. Turboplop, alçak uçuş yapabilir, dağlık arazi – yamaçlardan kalkabilir, çok güçlü motorları var, amfibik; denizden, gölden su alabilir yangın söndürme uçakları. Sen Rusya’dan Beriyev tipi, 200 metre yükseklikten su bırakan, inene kadar buhar olan uçaklarla yangın söndürmeye çalıştın” dedi.

KİBRİNDEN KOMİSYONA GELMEDİ!
Bakan Pakdemirli’nin verdiği kararların ve koordine ettiği sürecin başarısızlıktan ibaret olduğunu vurgulayan Bakan, “Yani neresinden tutsan elinde kalıyor. Cumhuriyet tarihinin en beceriksiz bakanlarından biridir Bekir Pakdemirli. Sen ormanı korumayacaksan neyi koruyacaksın? Mecliste bir komisyon var; İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi ve Kuraklıkla Mücadele Komisyonu. Çevre ve Şehircilik Bakanı geldi sunum yaptı bize, soru sorduk. Tarım ve Orman Bakanı kendi gelmedi kibrinden. Komisyon başkanı, eski Bakan Veysel Eroğlu’nu ego problemi yaptı herhalde gelmedi. O komisyona gelip sunum yapmak mı istemedi bilemiyorum. Gelmedi. Türkiye su stresi çekiyor, tarım bitmek üzere su kıtlığı, kuraklık yüzünden. İnsanların ürünü tarlada kurudu ama bakan yok. Bu işin tarım yönü, orman yönünde mutlaka iklim krizinin etkisi var. Çünkü Akdeniz havzası dünyada iklim krizinden en çok etkilenecek bölgelerden biri ve Tarım ve Orman Bakanı gelip komisyona konuşmadı, sunum yapmadı” diye konuştu.

VATANDAŞLARIN NAAŞINA ULAŞILMAMIŞKEN MİTİNG YAPTILAR!
Yangınların ardından Kastamonu’daki sel bölgesine hızlı bir şekilde intikal ettiklerini anlatan Bakan, henüz 50 vatandaşın naaşına ulaşılamamışken bölgede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın miting yaptığını söyleyerek şu ifadeleri kullandı:

“Kastamonu’da da aynı şey. Orada da sözcüsü olduğum Çevre Komisyonu ve İklim Araştırma Komisyonu’nu acil toplantıya çağırdık bölgede. Çevre Komisyonu’nun Başkanı Muhammed Balta dedi ki, ‘Yangınlar bitsin öyle gidelim. 'Sayın Veysel Eroğlu’ndan ses seda yok yangınlarla ilgili. Arkasından sel olunca bir dilekçe daha verdik, biz milletvekilleri olarak yangında selde olmayacaksak ne zaman gideceğiz ona da cevap yok. Biz CHP’li üyeler olarak her iki tarafa da gittik. Gittiğim gün, Cumhurbaşkanı miting yapıyor. Atkılar, pide dağıtılmış, araçlarla insanlar getirilmiş Kastamonu’dan. Giriş çıkış yok Bozkurt’a. O zaman 30 vatandaşın naaşına ulaşılmıştı. 50 tane daha insan o bataklığın içinde; insanlar yakınlarını arıyorlar, arama kurtarma çalışması devam ediyor. Cumhurbaşkanı geldi miting yaptı, neredeyse doğal afet onları hedef almış gibi bir açıklama yapıldı orada.

MEMLEKETİM İÇİN FAYDALI OLANI YAPIYORUM
İktidarın eksiğini, yanlışını söylemeyeceksek doğal afet diye; bizden bunu beklemesinler. Biz buradan oy kapalımın peşinde değiliz, bir an önce yaralar sarılsın istiyoruz orada. Bu eksikliği görüp söylemezsem üzerime düşeni yapmış olur muyum? Ben burada siyaset üretmiyorum. Ben buradaki bir siyasal yaklaşımı sorguluyorum. Kendine uçak alırken yangınlar için uçak alınmadığını sorgulamak zorundayım. Halkı bununla yüzleştirmek zorundayım. Eğer ben bunu yaparsam memleketim için faydalı bir iş yapmış olurum. Bunu görmezden gelirsem sorumluluğumu yerine getirmemiş olurum. Buradan siyaset üretmek, siyasi rant peşinde koşmak ayrı bir şey; orada bir siyasal beceriksizliği, basiretsizliği, yanlış siyasal tercihi toplumun gözünün önüne getirmek ve seçmenin bunu sorgulamasını sağlamak ayrı bir şey” dedi.

SADECE İKLİM KRİZİNE YÜKLEMEK DOĞRU DEĞİLDİR
CHP İzmir Milletvekili Atila Sertel’in geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalarda, “Aynı cenahtan olduğumuz kişiler, sadece iklim krizine bağlıyor” demesine açıklık getiren Bakan, şu sözleri söyledi:

“Atila Sertel, duayen bir siyasetçidir. Büyükşehir Belediyesinde Basın Yayın Daire Başkanlığı yapmıştır. Benim de kader arkadaşımdır. Biz aynı dönemde milletvekili olduk. Türkiye’de CHP’nin oyu azalırken onun bölgesinde ve benim bölgemde 30’ar bin oy artarak vekil olduk. Atila Sertel’in söylediğini ben okudum ve dinledim de o programı. Benim anladığım şu; bu tür afetleri sadece iklim krizine bağlamak siyasetin sorumluluğunu örtbas etmemeli. Elbette iklim krizi diye bir şey var. Her sene daha sıcak yaz yaşıyoruz. Bunun müsebbibi de bugünkü kapitalizm ve bugünkü ülkeyi yöneten iktidar. Bunu da sorguluyoruz. Türkiye’de bu kadar ormanın yanmasının tek sebebi iklim krizi değil, iktidarın basiretsiz yönetimi, yangını bilmemesi. Sellerle ilgili derelerin içine imar vermesi. İklim krizi sorumluluklarını azaltmaz. Evet, iklim krizi olabilir ama sadece iklim krizine yüklemek doğru değildir. Ben böyle anladım ve ben de böyle düşünüyorum.

BİZ BUNLARI AYIRABİLECEK İNSANLARIZ
Bizim cenahta derken; bizim mahalle, Türkiye’deki entelektüel kesimi kastettiğini düşünüyorum. Bizim cenahta iklim krizinin sadece sorumlu olduğunu, iktidarın hatalarını ve eksikliklerini görmeyip, sadece iklim krizine yükleyen varsa bu işi o da, doğru söylüyor Sertel, o da hatalıdır. Burada her ikisini beraber görmek lazım. İklim krizinin etkilerini iktidar görmeli, bunun tedbirini almalı. İklim krizini önlemek için gezegenle ilgili dünya ile ilgili; karbondan çıkılması, termik santrallerin kapatılması gibi tedbirler var. Bunların yapılması elzem ayrıca iktidar bunu yapmadığı için de iklim krizinin sonuçlarından Türkiye daha çok etkileniyor. Bu kadar ormanın yanmasının tek sebebi iklim krizi değil, Bozkurt’ta o kadar vatandaşın hayatını kaybetmesinin sebebi dere yataklarına yapılan inşaatlar. Biz bunları ayırabilecek insanlarız, dolayısıyla Sertel ile çelişen yönümüz yoktur.”

SOYER’LE SERTEL AYNI GÖRÜŞTE
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in mültecilere yönelik yaptığı açıklamalarla tepki toplamış, Sertel’in Soyer hakkında “Açıklamaları parti politikasıyla uyuşmuyor” demişti. Sertel’in açıklamaları üzerine konuşan Bakan, “Tunç Soyer'e atfedilen, sanki mültecilere herkes alışmalı sözünü; sanki Türkiye’ye düzensiz göç devam etsin, ne kadar gelirse gelsin biz bunlarla yaşarız anlamında bir şey değil elbette. Demek istediği çok net, Tunç Başkan’ın açıklamasının yanlış anlaşılmasını eleştirmiştir diye tahmin ediyorum. Basına yansıyan şeklini eleştirmiş olabilir. Aralarında temelde bir farklılık olduğunu düşünmüyorum. Tunç Soyer ve Atila Sertel arasında bir farklılık yok. Niye? Atila Sertel, Türkiye’ye düzensiz bir mülteci göçünün Türkiye’nin kapasitesinin çok üzerinde, Türkiye’nin önümüzdeki süreçte demografik yapısını da değiştirecek ve çok ciddi sosyolojik etkileri olabileceğinin farkında ve eleştiriyor. Aynı şeyi Tunç Soyer de yapıyor. Attığı tweetlere bakın, diyor ki; düzensiz göç durdurulmalıdır,Türkiye'nin sınırları kontrol altına alınmalıdır, düzensiz göç durdurulmalıdır diyor. Türkiye’nin bu anlamda dünyanın yükünü kaldırmak zorunda olmadığını söylüyor ama bir şey daha söylüyor; ben bu kentin belediye başkanıyım buraya bir şekilde gelmiş mülteci, göçmen ne derseniz deyin… Bu insanlar belediyecilik hizmetlerini almasın demek insani bir şey değil, ben burada yaşayan herkese burada yaşadıkları sürece, kendi vatanlarında özgürce yaşayacakları zamana kadar; oraya dönmelerini istiyorum ama onlar dönene kadar da ben bu hizmeti vermeye devam edeceğim diyor. Bir sosyal, demokrat belediye başkanı daha nasıl bir şey söyleyebilir? Aksi tavır doğru olmaz” dedi.

ERDOĞAN’IN GÖRÜŞMESİNİN ARKASINDA PAZARLIK VAR!
ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi üzerine gelen düzensiz göç akınına ilişkin açıklamalarda bulunan Bakan, şu sözleri söyledi:

“21 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı, Boris Johnson ve AB Konseyi Başkanıyla bir görüşme yaptı. Afganistan’dan gelen göç ile ilgili… Arkasına bir açıklama yapıldı Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan; burada düzensiz göçün konuşulduğunu ve BM ile ilgili konuların mali kaynak aktarımıyla ilgili daha çok çaba sarf etmesi gerektiğini söyledi. İki tane başlık var, Afganistan’dan gelen göç; bunun Afganistan ve komşu ülkeler tarafından çözülmesinden, mülteci kamplarından bahsediyor kısaca ve BM’nin para ayırmasından bahsediyor. Hemen arkasından İngiltere Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı, The Guardian gazetesinde; Türkiye’nin ismi verilmeden, farklı ülkelerde mülteci kamplarının kurulabileceğini söyledi. Sonra başka gazetelerde de o ülkelerin; Türkiye ve Pakistan olduğu söylendi. Bu tesadüf mü? Kesinlikle bunun arkasında o görüşmede pazarlık var. Bir defa Türkiye’nin sınırlarından Taliban daha ele geçirmeden yüz binlerce Afgan genç erkek elini kolunu sağlayarak nasıl geçti? 1979’da Sovyetler, Afganistan’ı işgal etti. 1979’dan bugüne savaşın içinde olan ve o dönemde önce imparatorluklar mezarlığı olarak adlandırılan ve Büyük İskender dahil girenin çıkamadığı bir coğrafyadan bahsediyoruz. Birçok etnik kimliğin bir arada savaşarak yaşadığı bir coğrafya. Son 20 yıldır ABD’nin kontrolünde. Oradan gelen genç erkeklerin savaşçı olma ihtimali yüzde 99. ABD’nin eğittiği askerler. Türkiye’de askerlik yapmayan var mı? O coğrafyada eğitim yok, sanayi yok; genç olup askerlik yapmamış insan olabilir mi? Saydıkları 300 bin tane, sayamadıkları çokça fazladır; bunca insan sınırdan geçti.”

TÜRKİYE’Yİ DEV BİR MÜLTECİ HAPİSHANESİNE Mİ DÖNÜŞTÜRECEKSİNİZ?
Afganistan’dan gelen 20’li yaşlardaki erkek mülteciler hakkından Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) üzerinden örneklerle değerlendiren Bakan, “480 bin TSK’nin mevcudu var. Her şey dahil. Hepsi savaşçı personel değildir, TSK’nin toplam mevcudu 480 binken size göre 300 bin bana göre 1 milyon genç Afgan Türkiye sınırlarından içeri giriyor. Birisi bunu izah etsin. Türkiye için yakın, orta ve uzun vadede çok büyük stratejik anlamda riskler barındıran bir iş yaptı. Türkiye’nin namusu olan hudutlarını koruyamadı bu hükümet. Belki de bilinçli olarak Amerika’yla yapılan mutabakatta bunlar vardı. O mutabakatın içeriğini hangimiz biliyoruz? Bir tane Dışişleri Bakanlığı yetkilisi var mıydı o görüşmede? Biden’la yapılan görüşmede Merve Kavakçı’nın kızı dışında kimse yoktu. Dışişleri Bakanlığı bugüne kadar yapılan tüm toplantıları tutanak altına alır. Gizlilik mahiyetinde olanları 20-30 sene sonra açıklar. Mutabakat sağladık diyorsunuz, devletten tek bir kişi yok. Peşinden binlerce kişi ülkeye giriyor. Ben bu işin Türkiye için çok büyük bir tehlike ve arkasında gizli bir anlaşma olduğunu düşünüyorum. Neyde mutabık kaldınız? 21 Ağustos’ta ne görüştünüz? Türkiye’yi dev bir mülteci hapishanesine mi dönüştüreceksiniz?” diye sordu.

İŞSİZ GÜÇSÜZ GENÇ AFGANLARIN NE İŞİ VAR TÜRKİYE’DE?
Bakan, Türkiye’deki mültecilerin gelecekleri hakkında, “Suriyeliler de bir an önce özgür bir şekilde vatanlarına dönsünler. Bizim her sektörde çalışacak insanımız var. Türkiye’nin şu an 10 milyon işsizi var, TÜİK’e göre. Ucuz iş gücü ülkeyi kalkındırmaz. Karın tokluğuna mülteciyi çalıştırırsın ama Türkiye’yi kalkındıracak şey katma değeri yüksek üründür. Yani siz ucuz işçilikle dünya ile rekabet edemezsiniz. Fason üretim merkezi olursunuz. A markasına 10 dolara üretirsiniz, dünyaya 150 dolara markası sayesinde satış yapar. Siz ucuz işgücüyle ülkeyi kalkındıramazsınız. Herkes kendi ülkesinde çalışsın. Eğer Afganların Türkiye’ye katkısı bulunacak bilim adamı varsa; nükleer fizikçisi, gen bilimcisi, biyoloğu varsa buyursunlar gelsinler. İşsiz güçsüz genç Afganların ne işi var Türkiye’de? Yüzbinlerce… Biz bunları kabul etmiyoruz. Suriye’den kaç doktor, mühendis geldi Türkiye’ye? Ayakkabıcılar Sitesi'nde çalışacak ucuz iş gücüne ihtiyacımız yok. Üç kuruş daha fazla verir oradaki sanayici Türk işçi çalıştırır” ifadelerini kullanarak, son dönemde gündeme oturan mülteci okulları konusunda ilişkin İzmir Valiliği’nin açıklamalarına, “Oraya asılan levhayı kaldırsınlar önce. Arapça-Türkçe bir tabela var. Vali’nin yaptığı açıklama, tatmin edici bir açıklama değil” dedi.

ANCAK O ZAMAN ŞAPKA ÇIKARTIRIZ
İzmir'de tartışmalara neden olan TÜGVA bağış kutuları ile ilgili eleştirilerde bulunan Bakan, "Atık toplamayla ilgili yetkilendirilmiş kuruluşlar var, her dernek kafasına göre kutu koyup atık toplayamaz. TÜGVA 150 noktaya tekstil atık toplama kutu yerleştiriliyor. Belediyeler de kaldırmak isteyince; TÜGVA’nın İzmir İl Temsilcisi olan aynı zamanda çok yetenekli bir arkadaş olduğu için akademik kariyeri de çok iyi olduğu için arkadaşın hem basın müdürü hem protokol müdürü İzmir Valiliği’nin. Aynı zamanda Gaziemir’de imam. Gaziemir Müftülüğü’nün kadrosunda imam. Halkla ilişkiler konusundaki uzmanlığına ve protokol konusundaki uzmanlığına dayalı olarak Valilik, hem protokol müdürü hem basın müdürü hem de Cumhurbaşkanı’nın kıymetli oğlu Bilal Erdoğan’ın başında bulunduğu TÜGVA’nın İzmir İl Temsilcisi ve Kaymakamları arıyor, böyle bir iddia var. Ben milletvekiliyim denetim görevim var; böyle bir iddia duyduğumda araştırırım. Sen hangi vasıfla kaymakamları arayıp ‘Bunlar kaldırılmayacak genel merkeze rapor vereceğiz, belediyelere baskı yapın’ diyorsun? Bu iddia ediliyor, biz de bunu sorduk. STK’lar devlet olanaklarıyla STK olmaz. Kamu kaynaklarını kullanıyorsa sivil olmaz. Bunlara devlet dışı denir. Sen Türkiye’nin çeşitli yerlerinde belediyelerin hizmet binalarını, arsalarını, kafelerini ücretsiz tahsis alacaksın TÜGVA olarak, sonra ben sivil toplum örgütüyüm diyeceksin… Senin hayır işi yapmandan memnun oluruz ama kendi ayakların üzerinde duracaksın. Aynı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi. Sen devletin olanaklarıyla, devlet memurlarının kamu gücüyle var oluyorsan, sen STK değilsin. Ben vergi verirken TÜGVA’ya gitsin diye vermedim. Nasıl kullanıyorsun? Benim vergimle TÜGVA temsilciliği yapıyorsun. İlçe temsilcilerin kimileri de devlet memuru. Kamuyla bağını koparacaksın, devletten beslenmeyeceksin, belediyelerden tahsis almayacaksın, kafe işletmeyeceksin; vatandaşlardan aldığın yardımlarla ayakta kalacaksın STK olarak. O zaman biz şapka çıkartırız" diye konuştu.

TÜGVA İL TEMSİLCİSİ BENİM MUHATABIM DEĞİL
Valiyi göreve çağırma nedeni hakkında da değerlendirmelerde bulunan Bakan, "Valiyi, TÜGVA il temsilcisi benim muhatabım olmadığı için göreve çağırdım. Akşam kampanya başlatıyor arkadaş Twitter’dan. Bu adam protokol müdürü, İzmir’in A protokolüne soru önergesi veren milletvekiline kampanya başlatıyor. AK Parti gençlik kollarının daha önce kullandığı haberleri kullanarak, oradan bir algı operasyonu yapmaya çalışıyor. Sen nasıl protokol müdürlüğü yapacaksın, milletvekiline bu tür bir kampanya yürütüp? Sen hangi protokoldesin? Ben A protokoldeyim, sen nasıl arayıp davet edeceksin beni bir yere? Nasıl müdürsün sen. Sesini çıkarmayacaksın ya da onurlu bir şekilde istifa edeceksin o görevden. Döneceksin Gaziemir’de imamlığa devam edeceksin. Gaziemir’de imam, din görevlilerimize saygı duyuyoruz ama aynı zamanda protokol müdürü, aynı zamanda basın yayın müdürü, aynı zamanda TÜGVA İzmir İl Temsilcisi. Vali Bey’e soru önergesi verdik bu konuyla ilgili açıklama bekliyoruz. O arkadaşın görevden alınması doğrudur. Protokol müdürlüğünü artık yapamaz o arkadaş. Protokol bizsek hepimize eşit mesafede biri olması lazım" ifadelerini kullandı.

TOKİ’NİN ÖNCELİKLİ GÖREVİDİR
İzmir'de yaşanan deprem sonrası depremzedelerin sorunlarının bir türlü çözülemediğini de vurgulayan Bakan, "Depremzedelerin hak ettiği, daha önce sahip olduğu konutlara kavuşturulması Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, TOKİ’nin öncelikli görevidir. Zaman zaman ayrı da düşüyoruz artı Büyükşehir’in de kredi çalışması var Dünya Bankası’ndan. Ben o görüşmeleri biliyorum, belli bir aşamaya geldiğini biliyorum. Orada İller Bankası’nın, Hazine’nin desteğine ihtiyaç var. 5 müteahhittin yaptığı yerlere garantör olan Hazine’nin, İller Bankası’nın depremzedeler için de garantör olması gerekiyor. Bu süreç hızlandırılmalı. Kredinin bir an önce Türkiye’ye gelmesi için devletin gerekli kurumlarını bir an önce gereğini yapmaya davet ediyoruz" dedi.

MUHALEFETE MUHALEFET BAŞKA BİR ANLAMA GELİR
Memleket Partisi'nde Cumhuriyet Halk Partisi ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'e yönelik söylemler için 'işlem yapma zorunluluğu' diyen Bakan, "Bayrak sökme olayı yok. Kamu binalarına yapılması yasak. Kamu alanı dışında tüm bayraklar yerinde. Memleket Partisi’yle bir polemiğe girmeyi doğru bulmuyorum. Muhalefet partisidir, umarım öyle kalırlar. Biz muhalefete muhalefet etmeyiz. Muhalefetin işi iktidarladır. Muhalefete muhalefet başka bir anlama gelir. Biz bunu doğru bulmuyoruz. Arkadaşlar kendi yollarında yürüyorlar. Orada da yanlış bir iş yok, Tunç Bey de açıklama yaptı. Polemiği sürdürmeyi gereksiz buluyorum. Polemikler doğru işler değil, muhalefet partisiyseniz hedefiniz ana muhalefet olmamalı. ‘Sen kimsin Tunç Soyer’ deyince, soruya yönelik Tunç Soyer, ‘Hatırlatayım, İzmir’in seçilmiş başkanıyım. Afişlerinizde kamu alanları dışında hepsi yerinde’ yanıt verdi. CHP de kamu alanlarına assa, büyükşehir belediyesi işlem yapmak zorunda" diye konuştu.

ÖNSEÇİM OLSA İMAMOĞLU ADAY OLAMAZDI
CHP içinde bazı milletvekillerinin 'önseçim olmazsa aday değiliz' söylemlerine 'ama'lı destek veren Bakan, "Biz milletvekilini millet seçsin diyoruz biz. Tüm siyasi partilerin, siyasi partiler yasasında bir değişiklik yapılmak suretiyle ön seçimi kural haline getirmesi gerekir. Bu zaten siyasi partiler kanununun, tüm genel merkezlere tanıdığı bir merkez kontenjanı vardır. Bizim tüzüğümüzde ön seçim kural, merkez yoklaması istisnadır. Ön seçim doğru bir iştir ama ön seçim her koşulda doğru bir iş değildir. Niye? Biz İstanbul’da ön seçim yapsaydık, İmamoğlu olmazdı; parti içinde popüler biri çıkardı. Bizim bütün seçmenlerin oyuna ihtiyacımız vardı seçimi alabilmek için. Siz bir konsensüs sağlayacaksanız, o konsensüse en uygun profili seçmeniz lazım. Ankara’da da ön seçim yapsaydık Mansur Yavaş çıkmazdı ama biz bir ittifak içindeyiz" dedi.

ÖN SEÇİM DE OLSA MERKEZ YOKLAMASI DA OLSA ADAY OLACAKSAM OLURUM
Kendi adaylığında önseçimin olup olmayacağının etkili olmayacağını belirten Bakan, "İzmir’de Tunç Soyer ön seçimden çıkardı elbette. Tunç Soyer de çıkabilir başka bir arkadaşımız da çıkabilir tabi ki ama Tunç Soyer çıkabilecek, popülaritesi yüksek bir arkadaşımızdı. Ön seçim doğrudur ama her zaman doğru değildir. CHP, demokratik merkeziyetçi bir partidir. Demokratik merkeziyetçi partilerde zaman zaman ön seçim zaman zaman merkez yoklaması bazı durumlarda her ikisi birlikte olması gerekir. Bizim ön seçimle milletvekili olduğumuz dönemde başarılı bir diplomatı getirseydik; ön seçimde 80 adayın içinde 78-79’uncu olurdu. Kimse tanımaz. Partide insanlar tanıdığı, bizzat bildiği insanın olmasını ister. O yüzden siz merkez yoklaması ve ön seçimi birlikte düşünmek zorundasınız. Biz bir ittifak içindeyiz, bu bir takım zorunluluklar getirebilir. Benim aday olacağım kesin değil, arzu ediyorum ama yarın koşullar ne getirir bilemem. Ön seçim de olsa merkez yoklaması da olsa aday olacaksam olurum. Ben partimin en rasyonel kararı vermesini beklerim. Tüm bu ittifak birlikteliğini de göz önünde tutarak karar verilecektir. Ön seçim yoksa yokum diyenlere saygı duyuyorum" diye konuştu.

GÜN GELDİĞİNDE BİZ EN UYGUN KARARI VERİRİZ
Milletvekilliğine devam edip etmek istemediğinin sorulmasını da yanıtlayan Bakan, "Hayatta ne olacağını bilemezsiniz. Şu anda ben en verimli dönemimdeyim ve önümüzdeki dönemde devam etmek isterim ama şu anda bunlar önemli değil. Bugün Türkiye için pandemi, Afgan göçü, yangın, sel önemli. O kadar sorun var ki, CHP’de kim nasıl aday olacak demeyi abesti iştigal buluyorum. Bu kapalı toplantılarımızda konuşulur ve gün geldiğinde biz en uygun kararı veririz" dedi.