GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Metin ÖNEY
YAZARLAR
24 Nisan 2020 Cuma

Refleks kırılması

Bu gün 24 Nisan.

"Sözde Ermeni soykırımının" yıl dönümü…

Pek çok kişi açmış ağzını, ABD Başkanı Trump'ın ne diyeceğini merak ediyor.

"Soykırım" mı diyecek, yoksa "büyük felaket" mi?

Bu konuyu da kapsayan bir yazı paylaşacağım sizinle.

Merhum Babası Prof.Dr. Recep Doksat yakın arkadaşımdı.

Yazı oğlu Prof. Dr. Kerem Doksat'a ait.

Yine yakın arkadaşım Prof.Dr. İbrahim Bozkuş paylaşmış.

"Bilirsiniz ünlü Rus Fizyolog Pavlov, köpeklerine et verirken zil çalınca ve bunu çok kez tekrarlayınca, zil sesini işittiğinde et görmeden de hayvanın salyası akmaya başlar.

Bu "şartlı reflekstir".

Hayvanın "tabiatında olmayan" biri uyaran(zil sesi)onu tabiatında olan " eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadır.

Eğer sürekli olarak zil çalar ama hiç et göstermezseniz bir süre sonra şartlı refleks söner.

Devamın sağlanması için arada bir et gösterilerek refleks pekiştirilmelidir.

Dünyaya geldikten sonra öğretilen değerler bir başka deyişle şartlı reflekslerdir.

Eğer pekiştirilmezse zamanla söner.

Bir gün Pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bir kısmı boğulur, bir kısmı da günlerce korkuyla

titreşir. Çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır.

Kurtarılabilenler tekrar enstitüde toplanır.

Pavlov zil çalar köpeklerde tık yoktur.

Şu müthiş sonuca varır Pavlov:

"Ağır travmalar şartlı refleksleri ortadan kaldırmaktadır. Hayvan en doğal en ilkel durumuna geri dönmektedir”

Bizim de ağır travmalarla de şartlı reflekslerimiz (milli duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor. Emperyalistler sinsi savaşların da psikoloji bilimini kullanırlar.

Mesela, Ermenilerle Türkler arasında ulusal bir düşmanlık mı var orada psikiyatrist Vamik Volkan girer devreye ve düşmanlığın kökenlerini "inceler".

 

Burada izlenen yol, ABD’nin tehdit olarak gördüğü, ulusların ulusal bilinçlerinin tarihlerinin ve benliklerinin sorgulanması "aşındırılması"dır.

Kısaca milli duygunun yok edilmesidir etnik psikiyatrinin görevi.

Bir ulusun ulusal bilincini ulusal duygusunu ve reflekslerini nasıl yok edersiniz?

Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır:

"O ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız."

Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız.

Mesela Türkler kendilerini kahraman bir ulus olarak mı görüyorlar?

Onlara ne kadar korkak bir ulus olduklarını göstermek gerekir.

Ya da Türkler Atatürk'ü çok mu yüceltiyorlar?

Onlara Atatürk'ün ne kadar sıradan birisi olduğunu göstermelisiniz.

Farkındaysanız son on yıldır (ve daha fazla) tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz.

"Demokratik" "tartışma kültürü" adına neyi tartışıyoruz ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor?

Diyorlar ki "siz soykırımcı bir milletsiniz! Ermenilere soykırım uyguladınız."

Biz diyoruz ki "hayır uygulamadık."

O zaman deniyor ki "tamam, madem uygulamadınız, bunu tartışalım, öyle sonuca varalım."

Size mantıklı geliyor. "Nasılsa suçlu değiliz, tartışmadan galip ayrılırız" diyorsunuz.

Ama tartışma masası kurulduğun da eşit bir tartışma şansınızın olmadığınızı görüyorsunuz.

Bakıyorsunuz tüm televizyonlar, gazeteler, "aydınlar," sizin Ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor.

Kanıtları var mı?

Elbette yok.

Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı da yeteri kadar çok oldu mu gerçeğin sesi baskılanıyor.

"Hayır" diyorsunuz, "gerçekleri  bir de biz anlatalım."

Anlatamıyorsunuz çünkü tüm propaganda kanalları size kapatılmış durumda.

 İşte o zaman anlıyorsunuz "tartışmaya açmak " denilen tuzağı…

Bu sürecin sonunda ulusal gururu ve hassasiyetleri yüksek insanlar bile "acaba" demeye başlıyor "acaba gerçekten Ermenileri biz mi katlettik"?

"Ulusal benlikte ilk kırılma" yaşanıyor.

Psikolojik harbin etkisi büyük bir hızla bu şekilde yayılıyor.

Bir düşünün lütfen son yıllarda neleri tartışmaya açtık ve şimdi neredeyiz.

Bu gün misakı milliyi pek önemsemiyoruz?

Kırmızı çizgileri umursamıyoruz.

Türk dilinin önemi kalmamış.

Bu ülkede federasyon da olabilir, Ermenilerden özür de dileyebiliriz.

Kısacası Ulusal varlığımıza ait hayatı her alanda kaybetmiş durumdayız.

Sırada ne var?

Atatürk elbette.

Çünkü önemli olan Ulusal önderleri yok etmek.

O halde ne kadar zalim bir diktatör olduğunu tartışalım.

Onun zaaflarını tartışalım. Hatta Onun anasını bile tartışalım.

Evet emperyalistlerin gündeminde bu bile var.

"Tartışın" diyorlar.

"Biz sizinle önderinizin anasını tartışmak istiyoruz", sonra sıra sizin ananıza gelecek.

İşte psikolojik harp budur.

Şimdi yıllar öncesine gidelim.

Mondros imzalanmış, düşman askerleri İstanbul’a çıkartma yapıyor.

Milyonlarca Türk, sadece izliyor.

Demek ki ilk adım "işgali" "izlettirebilmek"miş.

Ama aynı zaman da bir de masa konuyor ortaya.

"Tartışacaksınız".

Tartışma masasında bizim Sadrazam efendi emperyalistlere yalvarıyor "biraz acıyın" diye.

"İzleyerek" "tartışarak" nereye varabilirsiniz?

Çıkartma sürerken bir kaç tavır tavır vardır alınabilecek:

Birincisi şu:

İstanbul’da işgalcileri karşılayan ve onlardan tokat yiyen bir Osmanlı paşası olabilirsiniz veya Dolmabahçe’den çıkartmayı izleyen bir padişah…

Belki de evinin perdelerini kapatan sıradan ve suskun bir Türk.

Ama aslında hepsi aynı kapıya çıkar.

"İzlersiniz" her şeyi.

Ya da ilk kurşunu atan Hasan Tahsin olursunuz.

Hasan Tahsin’i ne kadar tanıyoruz?

"İlk kurşundan " öncede kurşun atmıştır bu kahraman adam.

Hasan Tahsin Avrupa’dadır ve bir filme gider.

Filimde Türkler aşağılanmaktadır.

Hasan Tahsin bu filmi izlemez. "Önce izleyeyim sonra eleştiririm" demez.

Çıkarır silahını ateş eder beyaz perdeye.

Filim de orda biter.

Hasan Tahsin’in insani ve sıradan yanıdır bu.

(Veya "geldikleri gibi giderler" dersiniz)

Hiç bir insan anasına babasına milletine bayrağına küfrettirmez.

En basit insan gerçeğidir bu…

İlkokulda bir çocuğun anasına küfretmeye kalkarsanız sizinle "anasının durumunu" "tartışmaz."