GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
8 Ağustos 2017 Salı

Olağan dehşet halleri

Gündelik hayatın olağan akışına şiddet de dâhil oldu. Şiddet karşısında artık dehşete düşmüyoruz. Şiddeti kanıksadık, biraz ara verse, meraklanıyoruz…

Hızlı bilgi ve görüntü akışı içinde zihnimize kazınan şiddet karşısında insan artık öyle kolayına dehşete kapılmıyor. Hâlbuki insanlık durumu her an daha kötüye gidiyor. Akla gelen kritik soru: Daha ne kadar kötüye gidebilir?

Şiddet sıradanlaşıyor, dehşet anlamsızlaşıyor. Yüce kurumlar, kült kişilikler, kutsal davalar gündelik hayata yön verirken önümüze konan değerler, yaşamaktan daha değerli addediliyor. Bunları savunmak için şiddete adeta meşruiyet kazandırılıyor. “Asmayalım da besleyelim mi!” “Kafalarını kopartacağız!” “Ölümü ölümle korkutacağız!” “Kefen giyip yola çıktık…” diyebilmenin meşruiyeti…

Ölmeye ve öldürmeye bu kadar teşne olmak, insanın ruhunu bozuyor, yaşama sevincini dizginliyor.

Uygarlık âleminde, kutsal sayılan davalar için ölmek, kişiyi yücenin yücesi konuma yükseltirken, hayatta olanların elan yaşıyor olmaktan neredeyse utanç duyması, uygarlığın nasıl bir Dünya vaat ettiği konusunda hepimizi çok düşündürmeli.

Kutsal sayılan bütün değerler, koşulsuz itaat gerektiren bütün durumlar, muktediri daha muktedir yapıyorsa, zalimi daha zalim yapıyorsa, sorun, dizleri üstüne çöken insandadır.

Ölmek veya öldürmek, her iki fiile de dava için yüceltilerek meşruiyet kazandırıldığında, kimimiz ölerek kimimiz öldürerek davaya hizmet ederiz. Kesik insan başı elinde yürümek veya cansız insan bedenini sürüklemek, davaya hizmetin karinesidir.

Bu şekilde yüceltilmiş cinayetlerle gelen zaferlerin üstüne inşa edilen devlet düzeni ve o düzenin getirdikleri, ölümle hemhal yaşamın da koşullarını hazırlıyor. Ve bir kere bu yola girince, birbirini yok etmek üzere örgütlenmiş gruplar, ölmeye ve öldürmeye hizalanıyor. Tıpkı 1400 yıldır müslümanların birbirine yaptığı gibi… Tıpkı 30 yıl süren din savaşı yapmak gibi… Tıpkı ulusların birbirinin kanına susaması gibi…

Birbirimizi öldürüyoruz; çünkü muktedirler bizden birbirimizi öldürmemizi istiyor. Söylerken bile insanın kanı donuyor ama gerçek bu… Yeryüzünün efendileri dünya nimetlerini rahat rahat paylaşsın diye, büyük yalanların peşinde, ölmeyi ve öldürmeyi benimsiyoruz.

Yüce ideallere hizmet eden bütün ölümler barış adına ise, bilmeliyiz ki barış hiç gelmeyecektir. Barış, sadece ve sadece, soluklanıp yeniden savaşmak için verilen aradır.

Şiddet, toplumları yönetmenin araçlarından biri olarak devletler tarafından kullanıldığı sürece ne kalıcı barış gelir ne şiddet biter.

Bölgemizde kurulan ölüm panayırlarında, Trump, Putin gibi çığırtkanlar ve çömezleri ölüm satıyor. Müzayedelerde, haklı cinayet formatlı paketler açık artırmada… Herkes kendine uygun ölümler buluyor o pazarların en serbestinde… Müslüman veya Musevi, Sünni veya Şii, Kürt veya Türk, Arap veya Acem… Bütün karşıtlıkları ve farklılıklarıyla bölgenin insanı adeta ölüme zar atıyor.

“Sen bana kurşun sık, ben seni linç edeyim” mutabakatında ortaya çıkan icazetli ölüm metni, kurulmakta olduğu söylenen yeni devletin manifestosu gibi…

Birbirinin varlığına tahammül edemeyenlerin içinde büyüttüğü nefret, ortalıkta kol gezen şiddete ilham veriyor. Dehşete düştüğümüz anlar, gündelik hayatın olağan akışına dâhil oldu.

Aynı topraklar üzerinde bir arada yaşamak için nedenlerimiz hergün bir bir ortadan kalkıyor. Dönüşü olmayan bir yola ya girdik ya girmek üzereyiz. Nasıl bir lanet varsa üstümüzde!