GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
18 Eylül 2017 Pazartesi

İyimser olmak ne mümkün!

Çok denedim, olmuyor; Yazılarımda iyimser olmayı bir türlü beceremiyorum. Dolayısıyla umut da veremiyorum. Hiç arzu etmiyor olmakla birlikte, “başımız fena halde dertte, üstümüzde lanet var, çıkış yok, bundan sonrası tufan, ölelim daha iyi” kıvamında yorumlar yapmaktan kendimi bir türlü alıkoyamıyorum.

Bu herc ü merc içinde, ne zaman iyimser metinler yazmaya yeltensem, kendimi budala gibi hissediyorum. Bırakın kısa vadeyi, orta vadede bile iyimser ve umutlu olmak için neden bulamıyorum. “Allah var gam yok!” deyip sırtüstü yatabilsem sorun kalmayacak da…

Yetmiş sekiz yaşında hayata veda etmiş bir anne, defnedilecek; mezarlığa gelen kalabalık itiraz ediyor. İtirazlar daha sonra saldırıya dönüşüyor. Aleviler, Kürtler, Ermeniler bu mezarlığa gömülemezmiş… Demek ki Türk ve Sünni olmak gerekiyor, o mezarlıkta defnedilebilmek için…

Bu insanlarla aynı havayı solurken ne umut ne iyimserlik kalıyor insanda.

Artık iyice emin oldum; dincilik ve ırkçılık cahillere iyi geliyor. Bilgiye ihtiyaç duymadan her şey hakkında malumat sahibi olmak… Soru sormadan bütün cevapları bilmek… Evrenin bütün bilinmezleri hakkında fikir sahibi olmak… Ne güzel hayat!

Tanrı gölgesinde pinekleyen gamsızlar, dogmatizmin sığ sularında, her türlü derdine deva buluyor.

Bilgiye sırt çevirmiş, düşünmenin yöntemine yabancı kalmış toplumlarda bilim yapılmayınca, bir din adamı bu boşluğu doldurmaya yetebiliyor.

Gelin görün ki, “Tanrı var, o halde endişeye mahal yok!” demekle olmuyor. Kendi aklıyla hareket edebilen insanlar yetiştiremeyen toplumlar demokrasiyle yönetilemiyor. Halktan gelen gücün nereye gittiği belli olmuyor. Toplum, demokratik yoldan bir çoban seçiyor ülkeyi yönetsin diye… Burada trajik olan, “çoban ne eylerse iyi eyler” anlayışıyla seçilen zatın otoriter yönetiminin demokrasi niyetine kabul görmesidir.

Durum olabildiğince kötü olmakla birlikte, politikacılar, yöneticiler topluma sürekli umut ve iyimserlik havası pompalamaktan bir an geri durmuyor. Onların iyimser ve umutlu olmak için çok fazla nedeni var; Aksi takdirde, varlıkları anlamsızlaşır.

Siyasetçiler umut vermeden siyaset yapamayacaklarından, iyimser olmak zorundadırlar. Yöneticiler ise, toplumda iyimser ve umutlu bir hava yok ise, bu durumun yönetim zafiyeti olarak algılanmasından çekinirler.

Ne var ki ben ne siyasetçiyim ne yönetici… Ayrıca, ülkede ve Dünya’da olan bitenin umut vermediği, iyimser hava yaratmadığı ayan beyan ortada… Dahası, siyasetçi ve yöneticilerle iyi geçinmemi gerektiren çıkar ilişkim hiç olmadı, olmaz da. Yani, çıkar gruplarının işine yarayacak, kullanışlı biri değilim. Düşündüğümü, gördüğümü yazıyorum. Ve diyorum ki, durum çok umutsuz, kısa veya orta vadede iyimser olmak için bir neden yok.

Madem durum bu kadar kötü, umudu korumaya boş verip, ölmeye mi yatalım?

Tamam, ölmeye yatmayalım ama insanlık durumunun ölmeye yatmaktan farklı olmadığı bir gerçek.

Bu şartlarda, ihtiyatlı iyimserlik veya can yakıcı gerçeklerle yüzleşme cesareti, bir ihtimal, toplumu harekete geçirecek dinamizmi sağlayabilir, diye düşünüyorum. Aşırı iyimserlik ve yersiz umudun atalete yol açabildiği, tecrübeyle sabittir.

Ve mazeretler… O hiç bitmeyen mazeretlerimiz aynı zamanda, başımıza gelenlerin de hazırlayıcısıdır. Kıpırdamaya mecalimiz olmayınca haliyle bol bol mazeretimiz oluyor. Karşı çıkar gibi yapıyoruz, mücadele eder gibi yapıyoruz; Nihayetinde, önümüze koyulana razı oluyoruz.

Yeryüzü ve dünya nimetleri aslında herkese yeter; Yetmez hale getiren, mülkiyet ilişkileridir. Dolayısıyla, mülkiyetin hüküm sürdüğü yeryüzünde, Dünya nüfusunun en fazla %30’u için iyimser olmak mümkün; geri kalanı için mevcut koşullarda iyimser olmak, ihtimal dâhilinde değil. Hâlbuki beş milyar kadar insan hep birlikte zıplasa, Dünya değişir; fakat insanlık buna inanmıyor.

Umutlar ölümden sonraki hayata bağlanmış… Mutluluklar ertelenmiş… Yeryüzü sınav yeri…

İyi de, mutluluğu aramayan insanda umut ne gezer!