GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
16 Nisan 2014 Çarşamba

Ülke siyasetinde geleneksel saflaşmanın sonu mu?

Çok partili siyasal yaşamda 1946’dan beri süregelen geleneksel saflaşma, siyasal yaşamdaki ağırlığını giderek kaybediyor.
Siyasal partilerin seçmen tabanında çözülme eğilimlerinin güçlendiğini gösteren anlamlı işaretler böyle söylüyor.
 
Siyasal tercihlerin ve taleplerin geleneksel partiler yelpazesinin dışında dile geldiğine dair ilk güçlü sinyaller gezi eylemlerinde ortaya çıktı. Eylemlerin gövdesini oluşturan büyük kitlelerin mevcut siyasal partilere çok mesafeli olduğu ve siyasetçilere güven duymadığı görüldü.
Gençlerin yatay toplum taleplerinin mevcut siyasal yapılarda karşılığı olmadığı için iletişim kurmaları mümkün olmadı; Bu yüzden, CHP, eylemlere dışarıdan destek vermeyi tercih etti.
Katılımcılık ve çoğulculuk ilkelerini savunur görünen siyasi partilerde, bu ilkelerin gereğini yerine getirecek irade henüz oluşmuş değil. Böyle bir niyet varsa da, bu ilkelerin nasıl hayata geçeceği pek bilinmiyor. Yanı sıra, siyaset yapma tarzları, yatay toplum taleplerine ters düşüyor.
 
Bugünün dünyasında, siyaset yapma biçiminde ortaya çıkan değişim ihtiyacı kendini topluma dayatıyor. Geleneksel iki kutuplu siyasette varlığını sürdüren temsili demokratik düzenin siyasi partileri ve siyasal katılım biçimi, modernitenin talepleri olmaktan çıktı.
Yatay toplum, karar süreçlerine ve yönetime katılım taleplerini artık yüksek sesle dile getiriyor. Gerek demokraside, gerekse parlamenter rejimde sorunlu hale gelen temsil, yatay toplumun katılımcı taleplerine cevap vermekten çok uzak. Dikey hiyerarşiye karşı çıkan yatay toplumun siyasal partilerde henüz karşılığı yok. Yeni siyaset, bu meselenin etrafında yeniden şekillenecek.
 
Doksan yıllık Cumhuriyet’in siyaset geleneği ve bu geleneğe bağlı siyasal partileri, toplumun yeni talepleri karşısında giderek etkisizleşmektedir.
Son olarak, toplumda karşılık bulan AKP’nin İslami değerlere dayalı değişim deneyiminin bütün ülkeyi kucaklamadığını Gezi eylemlerinde gördük. Demokrasi, özgürlükler ve insan hakları konusunda AKP’nin samimi olmadığı artık biliniyor.
CHP’ye gelince; Deniz Baykal’dan sonra başlatılan ‘yenileşme iddialı’ değişim hareketi sürüyor. Ancak bunun nasıl bir değişim hareketi olduğunu “anlayan beri gelsin” bir durum var ortada. Gezi eylemlerinden ve Gezi ruhundan sık sık dem vuran CHP yönetimi, parti programıyla, parti tüzüğüyle, parti içi demokrasi anlayışıyla adeta “eski tas eski hamam” yoluna devam ediyor.
 
Cumhuriyet’in kuruluşundan beri varlığını sürdüren “İttihat ve Terakki Cemiyeti–Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” siyaset ekseninde süren rekabet, daima merkezde seyretmiştir. Ve her iki ana akım da güçlü devlet şiarıyla yürümüştür.
Oysa günümüz dünyasında, uluslararası sistemin, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, fazla kaslı devletlerden rahatsız olduğunu biliyoruz.
Öte yanda, yatay toplum, özgürlüklerin ve insan haklarının öncelendiği, katılımcılık ve çoğulculuk ilkelerinin hayata geçtiği yeni bir toplum projesiyle ortaya çıkarken, ceberut devlete ve vesayetçi yönetime karşı çıkıyor.
Güvenlikçi devletin hiç de alışık olmadığı bu yeni toplumsal talepler karşısında, “Nasıl bir devlet?” sorusu tartışmaların tam merkezine gelip oturuyor. Kamusal yaşamda yeni normlar tartışılıyor.
Bütün bu meseleleri tartışacak ve yeni yollar bulacak siyaset ortamının eski siyaset alışkanlıklarıyla sağlanamadığını yaşayarak öğrendik. Yeni koşullarda, siyasal partiler ya değişecekler, ya da toplumda karşılıkları kalmayacak.
 
Bütün süreçlerin yatay seyrettiği yeni toplumda, kamusal alanı yeniden inşa etmek için ortaya çıkan yeni değerleri ve yatay toplum taleplerini konuşma zamanı geldi. Zaman, tabuları yıkma zamanıdır.
Aksi halde, siyasetçilerin Gezi ruhundan söz etmesi hiç anlamlı olmayacak.