GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
31 Aralık 2022 Cumartesi

Ömrünce ağladı!

Ömrünce ağlayan bir kadının gözyaşları nereye dökülür?

Cevap net:

“Solgun bir isyanın kalbine…”

***

Şimdi haklı olarak diyeceksiniz ki…

Bu yazının kapağını süsleyen fotoğrafın her noktasında…

Neden mutluluk kelebekleri uçuşuyor?

Hatta…

Yıllar önce hayatını anlattığı…

Kitabın kapağında da…

Hayatını adadığı erkekle “gülen fotoğrafı” var…

***

Yıldızlar sadece ışık saçar…

Suskunlukları…

Hayat acılarına kalplerinde sürekli yer açmalarındandır!

***

Dönelim, bugüne…

Yaşasaydı…

Bu gece yarısı…

27 yıl aynı yastığa baş koyduğu…

O büyük sanatçı hayat arkadaşından uzak…

Yakınlarının ısrarıyla…

90 yaşını görmenin şerefine…

Pastadaki mumları söndürecekti…

Olmadı…

Ömür çizgisi buraya kadarmış…

Tek kelimeyle Efsane’ydi ama…

Gel gör ki…

Unvanı dudaklarda hep…

“Acıların Kadını” olarak kaldı…

***

Bu yürek titreten öyküyü…

Her karesiyle hatırlamak için…

Taaa, 90 yıl önceye gidiyoruz…

1932’nin son günü; 31 Aralık “Yılbaşı Gecesi”

Eski Yugoslavya, şimdiki Makedonya’nın…

Manastır kentinde dünyaya geldiğinde…

İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına daha yedi yıl vardı…

16 yaşındaki annesi O’nu doğururken öldü…

Babasını hiç tanımadı…

“Anne” dediği teyzesi O’na “Olga” adını taktı…

O günlerin Yugoslavya’sı…

Müslümanlar’a aşırı baskı yapıyordu…

Bir gece yarısı…

Henüz Olga, 10 yaşında iken…

Anne bildiği teyzesi ile…

İkinci Dünya Savaşı’nın dehşeti içinden sıyrılıp…

Bir kamyon altında ölümle burun buruna seyahat ederek…

İstanbul’a gelip, Eyüp’e yerleştiler…

Dünya güzeli kıza yeni nüfus çıkardılar…

Artık adı; Aysel Muhterem Kısa olmuştu…

İlkokulu bitirdi, dokuma fabrikasına işçi girdi…

Artık çok alımlı bir genç kız olmuştu…

Mahalle arkadaşı, Bulgaristan göçmeni Üftade ile…

Beyoğlu’nda gezmeye-tozmaya başladı…

Muhterem’e bir bakan…

Dayanamıyor, bir daha bakıyordu…

Güzelliğine ilk vurulan bir inzibat subayı oldu…

Adı; Ümit Utku’ydu…

O inzibat subayı, daha sonra yönetmen olacaktı…

Fabrikayı bıraktı; günde 5 lira ücretle figüran oldu…

1952'de “Kanun Namına” filmiyle adeta patladı…

Artık afişlerdeki adı…

“Muhterem Nur” olmuştu…

***

Üzüm buğusu gözleri ömre bedeldi…

Duru bir güzelliği vardı ki…

Dolgun vücut hatları erkeklerin başını döndürüyordu…

***

Kör bir kızı canlandırdığı “Üç Arkadaş” filminde sergilediği oyun…

Yeşilçam’ın tarihine geçti…

Çok değil, beş yıl içinde…

Tartışmasız Türk Sineması’nın “First Lady”si olmuştu…

Kazanıyor… Harcıyor… Hayatını yaşıyordu…

***

1967 Mart’ında film çevirmek için İzmir’deydi…

Başına inanılmaz bi’şi geldi…

Gençti, tecrübesizdi ve yalnızdı…

İstanbul’da bir mobilyacıdan alışveriş yapmış…

Aralarında senet imzalamışlardı…

O istikbal vaat eden güzel oyuncu…

Senetleri vadesinde ödeyememiş…

Faiz binmiş, icralık olmuştu…

O kadar gençti ki…

Mal beyanında bulunmayı bile akıl edememişti…

Suçu buydu…

Ve bu yüzden…

Buca Cezaevinde 15 gün yattı…

Cezası bitti, hürriyetine kavuştu…

Gelin görün ki, 15 günde adeta dünyası değişmişti…

Film teklifleri bıçak gibi kesilince…

(Hikayenin burası ibretliktir…)

Fuar Göl Gazinosu’nda…

Dansöz olarak sahneye çıkmayı kabul etti…

Sinemada erişilmesi güç bir zirve yakalamış kaç sanatçı vardır ki…

Bir gün gelip “dansöz” olmak zorunda kalsın…

Artık, siz düşünün…

***

Türkiye’nin 1960’larda yaşadığı ve yaşattığı…

Muhterem Nur sevgisi…

Belki ancak sonraki “Türkan Şoray Sevgisi” ile…

Kıyaslanabilecek bir boyuta ulaştı…

Türk Sineması’nın en yetkin uzmanlarından Âgâh Özgüç

O’nun için şöyle demişti:

“Bugün o mertebeye Türkan bile erişemedi… Sultan oldu ama Muhterem'in gördüğü sevgiyi göremedi…”

***

Çok kadersizdi…

Kısa sürede başrollere yükselmiş…

Leblebi-çekirdek gibi film çevirmiş ama…

Cezaevine girip çıktıktan sonra iş yapamaz olmuştu…

Şöhretini yavaş yavaş kaybetmeye başladı…

Maddi sıkıntılarıyla artık başa çıkamaz hale gelmişti…

Şarkıcılık yapmaya başladı…

Turnelerin abone şarkıcısı oldu…

Her gece uyumadan önce…

“Allahım, benim bu acılarım ne zaman bitecek?” diye…

Dua ediyordu…

***

1982’nin ilk baharıydı…

Muhterem Nur ile Müslüm Gürses ilk kez karşılaştılar…

Ve, daha o gün…

“Sahneye ilk kim çıkacak?” diye kavga ettiler…

Kuliste kıyamet koptu…

Ama, ne derler; bilirsiniz?

“En büyük dostluklar kavgayla başlar!”

Nitekim öyle oldu…

Bir daha hiç ayrılmadılar…

***

Şu tesadüfe bakın ki…

Aslında…

Müslüm Gürses, müthiş bir Muhterem Nur hayranıydı…

Çocukluğundan beri…

Güzel yıldızın hiçbir filmini kaçırmamış…

“Esrarlı Gözler” filmini ise, O’nun için bestelemişti…

Müslüm Baba…

Büyük aşkından 21 yaş küçüktü ama bu hiç önemli değildi…

1986’da evlendiler ve…

Bi’daha hiç ayrılmadılar…

Taaa ki…

Müslüm Gürses, dokuz yıl önce ömrünü tamamlayıncaya kadar…

***

İki yıl önce sevenlerine veda eden Muhterem Nur

Başından mutsuzlukla sonuçlanan iki evliliğe rağmen…

55 yaşında aşık olduğu o adam için…

O kadar özel bi’şi söylemişti ki; unutulacak gibi değil:

“Müslüm’den önce yaşamıyordum... Mutlu olmayı, huzuru anladım… Eğer bir gün gözlerim görmez, ayaklarım tutmaz, kollarım da yukarıya kalkıp ona yardım etmezse, o zaman Müslüm'ü yalnız bırakırım…”

***

Bitiriyoruz; başa dönerek…

Şunu sormuştuk; size, bize, hepimize:

“Ömrünce ağyayan bir kadının gözyaşları nereye dökülür?”

Bu sorunun cevabı…

Yaklaşık 10 yıl önce…

Gülşen İşeri’nin kaleminden…

“Doğan Kitap”tan yayınlanan…

“Ömrümce Ağladım” kitabının satır aralarında gizli…

Minicik bir bölümü buraya alalım:

Hayatın filmlere, filmlerin de hayatlara benzediği zamanlardı... Siyah önlüklü bir kız yoksul mahallesinin çitlerini aşarak neon ışıklarıyla boyanmış Yeşilçam’a vardı… Artık acılarla dolu bir hayatı hem yaşayacak hem oynayacaktı… En çok o ağlayacak, en çok o ağlatacaktı… Adı Muhterem Nur’du… Sonra birlikte kanayacağı bir yürek arayacaktı. Bulacaktı da… Otel odalarından koparıp aldığı bu hayatı ömrünün sonuna kadar koruyacaktı... Aşk koyacaktı adını, hiç tatmadığı aşk... O yüreğin adı Müslüm Gürses’ti…”

***

Sonunda yine buluştular…

Mekanları Cennet olsun…

Sonsöz: “Ne demişiz biz; bugün batarsa güneş yarın yeniden doğar! / Müslüm Gürses…”