GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
13 Aralık 2017 Çarşamba

Körolası altın Cennet'ten değerli mi?

Gökçeada’yı bilir misiniz?

Çanakkale’ye bağlıdır…

Çanakkale’nin de yarısı Ege Bölgesi’nde yer alır…

Gökçeada, Türkiye’nin en büyük adasıdır…

Ana karayla 50 kilometrelik bağlantısı sadece feribotla gerçekleşiyor…

1923’te Lozan Antlaşması ile Türkiye’ye teslim edildi…

Adı önce İmroz’du; 1070 yılında Gökçeada yaptık…

1930’dan itibaren de belediye… 7 tane de köyü var…

Altın kumlu plajlarını uç uca ekleyin 100 kilometreyi buluyor…

Dünya tatil yapmaya geliyor; biz yeni yeni keşfetmeye başladık…

***

İşte bu cennet’in belediye başkanı Ünal Çetin şu sıralarda…

“Yandık Allah!” diye feryat ediyor…

Neden?

İddiaya göre…

Bir maden şirketine Gökçeada’da altın arama ruhsatı verilmiş…

Hatta…

Ada’nın Yuvalı Mevkii’nde ÇED süreci bile başlamış…

Başkan’a göre “Türkiye’nin tek organik adası” tehdit altında…

Dinleyen var mı?

Ara ki, bulasın…

***

Belediye Başkanı Ünal Çetin, aslında öğretmen…

Henüz 45 yaşında…

2014’te MHP’den seçildi…

İki ay önce de partisinden istifa etti, bağımsız oldu…

Burası bizi ilgilendirmiyor aslında…

Bizi ilgilendiren Başkan Çetin’in çığlığı:

“Bu cennet’te altın aramaya başlarlarsa, biz biteriz… Ada da biter… Çünkü, altın ve gümüş bulmak için plajlara ve termal su kaynaklarına çok yakın olan güney bölgesinde sondaj yapılacak… Bu yüzden ağaçlar tıraşlanacak… Erozyon başlayacak… Doğal tepeler kazılarak yok edilecek… Havamız kirlenecek… Kullanılacak kimyasal maddeler nedeniyle yeraltı ve yer üstü su kaynakları kirlenecek…”

***

Hatırlatmakta yarar var…

Gökçeada, tatlı su kaynakları dünya üzerinde kendisine yetebilen…

Dört adadan biri olma özelliğini taşıyor…

Sadece bu özelliği bile…

Doğal yapısının bozdurulmaması için yeterli…

***

Kaldı ki…

Gökçeada, aynen bizim Seferihisar gibi…

“Cittaslow”, yani “Sakin Şehir” unvanına sahip…

Hatta…

Dünyanın ilk ve tek “Sakin Ada”sı olarak tescilli…

***

Dedim ya…

Gökçeada’yı, dünya bizden daha iyi tanıyor…

Sokaklarında rahat rahat dolaşacağınız Rum Köyleri…

Dibek kahvesi, muhteşem sahilleri ile…

Adeta ömre bedel…

Yetmez diyorsanız…

Meyve-sebzenin en güzelini…

Zeytini, bağlarındaki üzümü ve balığını tatmalısınız…

***

Milat’tan Önce 7000 yılına uzanan tarihini bilmeden…

Tunç Çağı’na tarihlenmiş Bademli Höyüğü’nü görmeden…

Yıldız Koyu’nda ve Tepeköy’de gün batımını seyretmeden…

40 metreden dökülen Marmaros Şelalesi ile tanışmadan…

Jeolojik zenginliğini keşfetmeden…

Sakızlı muhallebisi ile Bademli Kurabiye’yi tatmadan...

Organik tarım seferberliğine tanık olmadan…

Yıldız Koyu’ndaki doğa’nın yarattığı taş heykellere dokunmadan…

Gökçeada rüzgarında Sörf yapmadan…

Tuz Gölü’ndeki şifalı çamura bulanmadan…

Ve olmazsa olmaz…

Eski Kaleköy’ün içindeki kilisenin bahçesinde…

“Mustafa’nın Gayfesi”ni yudumlamadan…

Gökçeada Cenneti’ni nasıl anlatabiliriz ki…

***

Bir avuç altın uğruna katletmeye hazırlandığımız Gökçeada’ya…

Mendil sallarken, martıların eşliğinde…

Ahmet Kutsi Tecer’in dizelerini hatırlıyor insan…

“Orda bir köy var, uzakta, / O köy bizim köyümüzdür. / Gezmesek de, tozmasak da / O köy bizim köyümüzdür…”

Sonsöz: “Altından kendini gözet, zehiri hiçbir zaman teneke kutu içinde sunmazlar…