GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
4 Eylül 2015 Cuma

Karaya vurmuş vicdanlar

Hayatlarımıza bizi yabancılaştıran, toplumsal yaşamın yönetilebilirliği ve sürdürülebilirliği adına bizden talep edilendir. Yönetenlerin bizi yönetebilmesi için varlığımızı armağan ettiğimiz vatan ve devlet, bu taleplerin vücut bulduğu kavramlar olarak yaşamın düsturudur.
Hayatını hasrettiği bu kutsanmış kavramların hariminde ilerleyen ve gelişen insanın hallerine nasır tutmuş yüreklerimizle bakıyoruz, bizim hallerimiz değilmiş gibi…
 
Bu hallerden bir hal; dalgaların sahile bıraktığı cansız çocuk bedeni, henüz üç yaşında… Herkes birbirine gösteriyor bu cansız bedeni… Toplumsal histeriye dönüştü dönüşecek… Silah yüklü TIR’ları Suriye’ye gönderenler bile çocuğun ölümünün hesabını sorma derdinde…
Elbet de insanın yüreğini sızlatıyor. Gel gör ki o cansız çocuk bedenine yakılan ağıt, ardından söylenen her söz, bende tarifsiz öfke yaratıyor.
 
Sahile vuran cansız çocuk bedeninin ardından, duyduğu acıyı ve öfkeyi ifade etmenin yanı sıra, “hayat devam ediyor” diyen insan, nasıl bir insani değer taşıyor olabilir?
Kanımca, ‘hayatın devam ettiğini’ söyleyen insan, artık yitirilecek bir değeri bile kalmadığının ayırdında değil. İnsanın kendi değerini koruyamamasının itirafıdır bu.
Vicdan ve akıl yitimiyle malul insanlık, aslında o sahile vuran cansız bedende, kendi yitik insanlığının aksini gördü; tepkilerimiz biraz da bu gördüklerimize...
Gördüğümüz o akisten bize her ne yansıyorsa, bundan sonra yaşayacağımız da o olacaktır.
Kıyıya vuran çocuğun cansız bedeninden üstümüze çöken alacakaranlığın elbet bir açıklaması var; 
Bu bir lanettir ve bu lanet ile yaşamaya hükümlüyüz. Denize atılmış bir pet şişe veya patlıcan gibi sahile vuran çocuk bedeni, bu lanetin ve tükenmişliğin karinesidir.
 
Nasıl bir kader bu çocuğu o kıyılara taşımış olabilir?
Bu insanlık suçunun hesabını kimse veremez. Bu, hesabı verilebilir bir suç değil. Kimse kimseyi suçlayamaz. O suçun ortaya çıkışında hepimizin dahli var. Bu yüzden, utanç içinde susmak yerine bu kadar çok tepki veriyoruz.
Bundan sonra olacak olan, işlediğimiz büyük insanlık suçunu büyük bir trajediye dönüştürerek günahımızı ölümsüzleştirmektir. Nasıl ki her büyük felaketten, her büyük acıdan, en görkemli trajedileri yarattıysak… Büyük acılara yol açan insanlık suçlarının yeryüzüne bırakılmış lanet olduğunu bilerek veya bilmeyerek…
 
Kimin iktidara geleceği veya muktedirlerin daha kaç cana kıyacağı gibi ihtimal hesapları artık gerilerde kaldı. O kıyıya vuran cansız çocuk bedenine gelinceye kadar çoktan görülmüş olması gereken hesaplardı bunlar. Şu anda, insanlık durumunu daha iyi kılacak bir şeyler yapmak için çok geç. Çünkü hepimiz “hayat devam ediyor” mazeretinin ardına sinmiş durumdayız. Korkuyoruz, o kadar çok korkuyoruz ki, yaşadığımız bu rezilliğe hiç tereddüt etmeden, “hayat” diyebiliyoruz.
Sokaktaki insan, muktedirler karşısında sinik ve korkak… Razı, başına gelenlere çoktan razı, yeter ki hayat diye kendisine sunulan o rezil gösteri sürsün… Bu bir lanet değilse nedir?
 
Hiçbir söz şu acı bilginin ötesine geçemiyor; “ Kıyıya vuran çocuk cesedi ne ilktir, ne de son olacaktır.”
Suskun vicdanların yüzyılındayız. Bu yüzden, en dokunaklı sözlerle sarılıp sarmalanacak ve gözlerden uzaklaştırılacaktır, sahilde cansız yatan çocuğun bedeni.
 
İnsan kusurlu bir yaratık, bunu biliyoruz; Ama bu kadarı da çok fazla...
Akıllı, zeki biricik türmüşüz… Hadi canım!