GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
26 Mayıs 2016 Perşembe

İslamcı rejime karşı 'ortak Program' üstüne konuşmanın vaktidir

“Geç kalmadıysak tam vaktidir” diye düşünüyorum; Ortak bir program üstüne düşünmek ve konuşmak için, gelecek yıl belki de çok geç kalmış olacağız.
İslamcılar, Türkiye’de, arzuladıkları islami düzeni kurmak konusunda kararlılar. Anayasayı değiştirecekler, Cumhuriyet’i islami ilkelere göre yeniden yapılandıracaklar.
Gerçek yürüyor; Selefi hareketin Türkiye’yi ele geçirmek ve böylece Batı’nın bu önemli kalesini düşürmek için birkaç hamlesi kaldı.
“Batı’nın önemli kalesi” diyorum, çünkü Türkiye, Batı’nın en uç noktasında, bir uç beyliği gibi konumlanmıştır; Batı ile Doğu arasında, adeta tarih ve kültür köprüsüdür.

Türkler, Asya’dan itibaren, tarih boyunca, yönlerini hep Batı’ya çevirmişlerdir. Bu yüzden, Osmanlı İmparatorluğu, bazı tarihçiler tarafından, 3. Roma İmparatorluğu olarak kabul edilir.
Ne ki Emperyal dönem son bulurken, herkes çekip gitti ve geriye Türkler, Kürtler, Lazlar, az sayıda Rum, Ermeni, Musevi kaldı; yani kadim Anadolu halkları...
Demem o ki “yerli ve milli Yeni Osmanlı” denemesinin maddi koşulları kalmamıştır. Yerli ve milli Yeni Osmanlı fikri üstüne inşa edilecek yeni Türkiye’den sadece ve sadece otoriter din devleti çıkar.
İslam devletinin ortaya çıkması için, Türkiye’nin Batı’dan koparılması, olmazsa olmaz koşuldur. Erdoğan bunu biliyor ve kopuşun koşullarını hazırlıyor.

Otoriter din devletine giden yolun getirdiklerinden ve bundan sonra getireceklerinden, ülke nüfusunun yarısı korku ve endişe duyuyor. Dahası, ülkenin yarısı, Erdoğan öncülüğünde gelenekçi İslamcıların inşa ettiği yeni Türkiye’de yaşamak istemiyor.
Bu ahvalde, ülkenin endişeli yarısı ya başının çaresine bakacak ya yeni rejime teslim olacak, ya da herkesi bir araya getirecek yeni bir yol bulacak.
Yeni bir yol bulmak, herkesin gönlünde yatan olmalı… Bunu gerçekten arzu ediyorsak, ilkeleri sıralamak, koşul dayatmak yerine, meseleyi nasıl ele alacağımızı, tartışmanın yöntemini konuşmakta büyük yarar var. Olmazsa olmazları değil, olurları konuşmak gerek.

İnsan haklarında grup haklarını önceleyen anlayış, toplumsal uzlaşmanın önünü kapatıyor. İnsan haklarını, kişi hakları olarak anlamadıkça toplumsal uzlaşmanın önü açılmayacak.
İnsan haklarına dayalı devleti düşünmedikçe, ceberut devlet varlığını sürdürecek.
Kamusal alanın yeniden düzenlenmesi için yeni yaklaşımlara ihtiyaç var. Din ve etnisite normlarına dayalı kamusal hayat, toplumsal alanda ayrışmayı getirdi. Buradan bir çıkış olmadığını görmek gerekir.
Bir yönetim biçimi olarak demokrasi benimsenmedikçe; ne özgürlükleri ne insan haklarını, ne de yeni sosyolojiyi konuşmak mümkündür.
Yatay toplumu yadsıyan her yaklaşım, yeni kamusallık ve özgürlükler meselesinde çözümü öteler.
Yerelliğe yüklenen anlam ve yerelleşme politikaları, geleceğin dünyasını inşa edecek fikirleri barındırmadıkça, geleceği konuşmak mümkün değil.
Doğanın savunulması, ertelenemez önceliği olan bir meseledir. Köylerin savunulması ha keza…
Bütün bunları konuşabiliyorsak, gelir dağılımını adaletli kılacak ekonomi modelini ve istihdam politikasını konuşmak mümkün olacaktır.
Kurulmakta olan İslamcı rejimle mücadelenin yolu, asgari müştereklerde birleşmiş bir muhalefetten geçiyor. Asgari müştereklerde birleşmenin yolu da, “barış ve demokrasi için ortak program” yaparak bir araya gelmekten geçiyor.
Barış ve demokrasi için ortak bir programa ihtiyacımız var. Ortak programın konuşulacağı platformların, forumların oluşturulması, bundan böyle öncelikli meselemiz olmalı.
Din ile tahkim edilmiş faşizme karşı direnmenin başka yolu yok. Bir araya gelmenin yollarını bulacağız. Veya teslim olacağız.