GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Neşe ÖNEN
YAZARLAR
23 Eylül 2024 Pazartesi

Dün ve bugün Türkiye (4) Önce bakkallar azaldı!

Çocukluğumun geçtiği 1960-1970’li yılların İstanbul’unda “mahalle kültürü” başlığı altında anlatılacak anekdotlardan birisi de “bakkallardır”.

“İstanbul bakkallarıyla ilgili en eski bilgileri, 886-912 arasında egemenlik sürmüş Bizans İmparatoru VI. Leon'un "Vali Kitabında” buluruz. Bu kitapta; ‘Bakkallar kentin her tarafında hem meydanlarda hem de sokaklarda dükkân açabilsinler ki, yaşamak için gerekli olan nesneler kolayca alınabilsin’ diye yazar (Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Dr. İlhan Tekeli, Cilt II).

Osmanlı döneminde de bakkallarla ilgili birçok belgeye rastlıyoruz. 19. yüzyılın ortalarından sonra belediye teşkilatlanması başlanmış ve bakkallar belediyelerin denetimine tabii tutulmuşlardır.

Denetleme yetkisine sahip “…Belediye çavuşları yolları düştükçe mahalle bakkallarına uğrar, fiyatları kontrol eder, yiyeceklerin temiz halde satılıp satılmadığına bakarlardı. Kabahatli bulunan, mesela ihtikâr yaptığı anlaşılan veya peynir tenekesinden fare ölüsü çıkan dükkân sahipleri hemen dükkânının kapısının önünde yere yıkılarak falakaya çekilirdi. Bir ihtisap (denetleme) ağasının bir keresinde büyük suçunu yakaladığı bir bakkalı kulağından dükkânının kapısına mıhlayıp bütün gün öyle kalmaya mecbur ettiği yazılmaktadır” (Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Mehmed Karadağ, Cilt II).

Cumhuriyet dönemine gelince; “İzmir Bakkallar Derneği’nin 1957 yılında yayına başlayan “Esnafın Sesi” gazetesinin 4 Eylül 1957 tarihli 7. sayısında, “Bakkal ne demektir” sorusuna şu cevap verilir:

Bakkal, toptancı tüccar ile müşteri arasında perakende satış yapmak üzere icrai ticaret eden mutavassıt esnaf demektir. Sattığı mallar; gıda maddeleri, tekel maddeleri, kırtasiye vesaire ihtiyaç maddeleridir. Memleketimizin bazı yerlerinde bunlara ilaveten zücaciye ve tuhafiyecilik de konur. Bakkalcılığın esası, aranan her şeyi bulundurmak ve müşteriye yok dememektir” (Bizim Bakkal, Türkiye’de Bakkallar ve Bakkalcılık, Prof. Dr. Şükrü Aslan).

Prof. Dr. Şükrü Aslan’a göre; “Herhalde bu tanımlamada en çarpıcı ifade, ‘Bakkalcılığın esası, aranan her şeyi bulundurmak ve müşteriye yok dememektir’ cümlesidir (Bizim Bakkal, Türkiye’de Bakkallar ve Bakkalcılık, Prof. Dr. Şükrü Aslan)

Osmanlı’nın ilk döneminde, bakkalların çoğunluğu, bazı yerlerde tamamı gayrimüslimlerden oluşuyordu. Ancak modernleşme süreciyle birlikte 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bakkalların etnik kimliği değişmeye başladı.

Bakkallar ilk kuruldukları dönemden itibaren, müşterilerine sattıkları ürünleri, alacak/vereceklerini kaydettikleri defterler tuttular. “Bakkal defteri” tabiri, bugünün Türkiye’sinde, özellikle yeni nesillerin pek aşina olmadığı bir terimdir. Bu defterlerin iki açıdan çok önemli işlevi olmuştur.

Birincisi; bu defterler sayesinde, tarih boyunca, bakkalların müşterilerine ne tür gıda ürünleri ve tüketim maddeleri sattıklarına dair fikir sahibi olur ve tarihe not düşebiliriz.

İkincisi; bu defterler “veresiye defteri” işlevi gördüğü için, yani satılan malların parası çoğu zaman müşteriden peşin tahsil edilmeyip deftere not edilip, sonradan tahsil edildiği için, toplumsal dayanışmayı gösteren önemli belgelerdir.

Bakkallar, Türkiye’nin kentleşme sürecinde gecekonduların yoğunlaşmasıyla beraber, işlevselliği artan mekanlardır. Yasal olmayan gecekondular belli bir adrese kayıtlı olmadıklarından, eskiden, gecekondularda oturanlara gelen mektuplar, mahalle bakkalına “falan kişiye” diye bırakılırdı. Ayrıca polis, jandarma gibi resmî kurumların da ulaşmak ya da bilgi almak istedikleri kişiler hakkında ilk başvuru mekanları yine bakkallardır.

Bunun dışında, kız ya da oğullarını evlendirmek isteyen aileler, damat ya da gelin adayı hakkında bilgi toplamak için mahalle bakkalına danışırlardı. Çünkü mahalle bakkalı, herkes kendisinden alışveriş yaptığı için mahalledeki herkesi tanırdı. Önceleri her mahallede, en fazla bir bakkal vardı. Yetmişli yılların sonlarına doğru mahallelerdeki bakkal sayısı, köyden kente artan göç ve nüfus nedeniyle, mahallenin büyüklüğüne göre çoğalmaya başladı.

Çocukluğumun mahalle bakkallarının, anılarımda çok ayrı bir yeri vardır. İlk mahalle bakkalımız Arnavut asıllı bir göçmendi. Babam veresiye alışverişi hiç sevmez, bakkal alışverişini peşin yapardı. Gel gör ki, ben ve benden bir yaş küçük kardeşim, bakkaldan çiklet, gazoz, bisküvi gibi aldığımız yiyecek ve içecekleri harçlığımız bitince “bakkal efendiye” yazdırırdık. O yıllarda bütün bakkallara “bakkal efendi” diye seslenmek adettendi. “Bakkal Efendi” ise genelde hafta sonunu bekler, bir yolunu bulur, babamın önünü keser ve “veresiye borcunu” hatırlatırdı. Babam her defasında “bakkal efendiye” çıkışır: “Ben sana bu çocuklara bir şey aldıkları zaman deftere yazma demedim mi” diye azarlasa da biz her defasında “bakkal amca ya da bakkal efendi” diye hitap ettiğimiz bakkalımızı yalvar yakar kandırır, “veresiye defterini” hallice kabartmayı başarırdık.

Bakkalların bir diğer ilginç işlevi daha vardı: Dünün Türkiye’sinde bugünün Türkiye’sinde olduğu gibi evlere hizmet eden bir “yemek sepeti” uygulaması olduğunu yeni nesillerin çoğunluğu bilmez. Hemen her bakkalın muhakkak bir çırağı olurdu. 1960’lı yılların başında apartmanların hızla çoğalmasıyla, “Bakkal Sepeti” geleneği de hızla yayılmaya başladı.

Mahalle sakini ev hanımları, çoğu zaman işin gücün ve çocukların bakımı arasında zaman bulup bakkala gidemeyince özellikle sadece ekmek, süt, gazete gibi küçük alışverişler için apartmanın penceresinden sarkarak “bakkaaaal efendiii” diye uzun uzun bakkalı çağırırlardı. Bakkalın çırağı, bakkaldan kafasını uzatır uzatmaz ipe bağlı koca bir sepet sarkıtılırdı. Bu sepetin içerisinde bir kâğıda yazılı alışveriş listesini alan bakkal çırağı, listedekileri hazırlayıp sepete yerleştirirdi.

Bazen de aynı anda, birden fazla mahalle sakini bakkal efendiyi çağırırdı. Bakkal efendi, müşterileri adaletli bir sıraya koyamazsa, mahalle sakinleri arasında “benim işim acele” ya da “önce ben çağırdım” türünden tatlı atışmalar yaşandığı da olurdu.

Düşünsenize, o zamanlar telefon yok, tek iletişim aracınız, pencereden avazınız çıktığı kadar “bakkal efendi” diye seslenmek ve bir ipin ucuna bağladığınız sepetiniz…

Hey gidi günler! Dünün Türkiye’sinde pencereden sepet sarkarak ve bağırarak bakkalı ayağına çağırarak yapılan alışverişten, bugünün Türkiye’sinde telefonla kapınıza kadar her istediğiniz ürünü ayağınıza getiren servisler… Bugünden düne bakınca Türkiye hiç de az yol katetmedi.

Bakkalların bir ilginç fonksiyonu daha vardı ki dünün ve bugünün Türkiye’sini kıyaslamak bakımından eşsiz bir örnek teşkil eder.

Dünün Türkiye’sinde ben, kardeşlerim ve tüm yaşıtlarım sokakta oynayarak büyüdük. Okul öncesi çağda, tabiri caizse sabahtan akşama kadar, okula gittiğimiz zaman ise okuldan geldikten sonra ve babalar işten eve dönünceye kadar bütün çocuklar sokakta olurdu. Eh! Anneler ne yapsın? O zaman çocukları bırakacakları çocuk yuvaları ya da çocuk bakıcıları falan ne gezer! Annelerin işleri he daim başlarından aşkın. Pazara gidilip alışveriş yapılacak, soba yakılacak, tüpte yemek yapılacak, ev halkının sökükleri dikilecek, apartmanın kömürlüğünden sobaya kömür ya da odun taşınacak… Sıralamakla bitmez. Çocukların başında oturup onları oyalamak gibi bir lüksleri yok anlayacağınız.

Neyse ki o yıllarda, sokaklar çok güvenli, sokaktan geçen otomobil sayısı bile haftada bir belki iki. Organ mafyası yok. Çocukları kaçırıp istismar edenler yok. Varsa da bir elin parmaklarını geçmez. Sokaklar, çocukların “taşlarla kale kurup futbol” ya da “voleybol” oynamaktan “saklambaç”, “köşe kapmaca ’ya” kadar bin bir çeşit oyunu hiçbir şeyden korkmadan özgürce oynayabildiği, koşturabildiği doğal yaşam alanları…

İşte çocuklar sokakta oynarken, onların her an nerede olduğunu kontrol edemeyen anneler, pazara, kasaba, manava alışverişe ya da bir komşuya oturmaya giderken, çocuklar okuldan eve geldiğinde, ya da susayıp acıkınca eve gelirlerse diye evin anahtarı bakkal efendiye bırakılırdı. İster inanın ister inanmayın ama bu böyleydi!

Bazen de diyelim ki annem evin anahtarını bakkal efendiye bırakmayı unutmuş olsun! O zaman da annemin bizi önceden tembihlediği gibi, bakkalın önünde, ya da dükkanının bir köşesinde oturup annemizin eve dönmesini beklerdik.

Kısacası, dünün Türkiye’sinde bakkallar biraz da mahalledeki çocukların gözeticisi, anahtar bırakılan emanetçisi idiler…

Bugünün Türkiye’sinde ise sayıları son yıllarda hızla azalmakta olan bakkalların sayısı, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu'na (TESK) göre, 2022'ye gelindiğinde 162 bine kadar düşmüştür.

Bakkallar, özellikle büyük zincir marketlerin ve AVM'lerin yayılmasıyla rekabet edemez hale gelmiştir. Ayrıca, artan kira bedelleri, yüksek vergiler ve sosyal güvenlik primleri gibi finansal yükler, birçok bakkalın kapanmasına neden olmaktadır. Bu durum, perakende sektöründe, bakkallar gibi geleneksel esnafların giderek daha fazla pazar payı kaybetmesine yol açmakta, zincir marketlerin özellikle şehir merkezlerinde hızla artmasına karşı koymak zorlaşmaktadır. Buna rağmen bakkallar, bazı bölgelerde hala etkinliğini korumaktadır.

Yukarıda alıntıladığım Prof. Dr. Şükrü Aslan’ın dediği gibi, dünün Türkiye’sinde “Bakkalcılığın esası, aranan her şeyi bulundurmak ve müşteriye yok dememekti’… Gerçekten de dünün Türkiye’sinde bakkallar; mektupların bırakıldığı posta kutusu; çocukların mahallede gözetimi; anahtarların emanet edildiği apartman görevlisi; polis ve jandarma soruşturmalarının ilk bilgi alma merkezi; çocuklarını evlendirmek isteyen aileler için danışma merkezi; evlere yemek sepeti hazırlama servisi; veresiye defterleri ile tüketiciye alışveriş kredisi açan bir tür banka şubesi gibi müşteriyi memnun edecek bin bir türlü işleve sahiptiler…

Ya bugünün Türkiye’si? Hangimiz mahalle bakkalına sepet sarkıtıp alışveriş yapabiliriz? Ya da hangimiz anahtarımızı teslim edip çocuklarımızı emanet edebiliriz? Alışverişlerimizde veresiye defteri açtırıp kredi isteyebiliriz? Mektuplarımızı bakkaldan alabilir miyiz? Çocuklarımızı evlendirirken bakkala danışır mıyız? Hangi bakkal bir mahalledeki herkesi polis ve jandarmaya bilgi verebilecek kadar tanıyabilir?

Bu sorulara, sanırım çoğumuz olumlu yanıt veremeyiz.

Öyleyse şunu söylemek gerekiyor: Belli ki günümüz Türkiye’sinde bakkalların azalması, sadece ticari bir değişim değil, aynı zamanda mahalle kültürünün, komşuluk ilişkilerinin ve dayanışmanın zayıflaması anlamına da geliyor. Ve maalesef bu kayıplar, toplumsal bağları güçlendiren unsurların giderek daha az görünür olmasına yol açıyor.

Dünün Türkiye’si modernleşme süreciyle birlikte değişti, gelişti ve hala gelişmeye devam ediyor. Ancak dünün geleneksel toplumsal dokusunun aşınması ve yitirilmesi pahasına gerçekleşen bu değişim, toplumda anonimleşme ve bireyselleşme eğilimlerini de hızlandırmış ve eskinin sıcak ve samimi ilişkilere dayanan mahalle yaşamını da derinden etkilemiştir.

Kısacası, bakkal deyip geçmeyin… Bakkallar bizim neslin komşu buluşma ve sohbet yerleriydi. Evimizden sonra ikinci en önemli mekandı…

Oktay Akbal’ın “Önce Ekmekler Bozuldu” romanındaki gibi bir benzetmede bulunacak olursak “önce “bakkallar azaldı’”. Bakkalların azalmasıyla birlikte, bizim neslin de hayatında komşuluk ve dostluk ilişkileri azaldı…