Tarih, kültür ve politika ekseninde şekillenen hegemonya kavramı,
İtalyan filozof Antonio Gramsci’nin
güç dinamikleri bağlamında,
bir grubun başka bir grup üzerinde
egemen olma mücadelesini ele alan bir yaklaşımdır.
Siyasi iklimin egemen kültürle oluştuğu savından ilerleyerek,
toplumların hayli karmaşık ve travmatik hikayelerinin
bu kavram dahilinde evrilme süreçlerinin incelenmesi,
mevcut güçlerin savunduğu ideolojilerin ve
söylem egemenliğinin devamlılığı açısından
koşulların elverişliliği ile doğru orantılıdır.
Onay ve toplumsal destek, bu kavramın işleyiş prensibinde
hem anahtar hem de güdüleyici unsurdur.
Mevcut değişim ve dönüşüm planlamasında
hedef düşüncenin ne şekilde empoze edileceği,
hangi ideolojik araçların kullanılacağı,
servis edilecek mecraların tesisi ve
grupların fikri temsil araçlarının gözlemlenmesi
hegemonik sürecin belirleyici unsurlarıdır.
Kültürel hegemonya ise,
egemen düşüncenin ikna yoluyla toplum bazında tesisi
ve etkinliğini sağlamaya yönelik çaba dizinidir.
Yumuşak güç olarak da bilinen bu kavram,
kitlelerin açık biçimde belli düzenlemelerle
kontrol edilmesi amacını güderken,
ekonomik ve kültürel alanlarda
varsıl-yoksul dinamiklerinde
denge oluşturmayı hedefler.
Toplum genelinde
uzlaşı destekli pozitif imaj oluşturma ereği,
bütüncül, paylaşımcı ve ulaşılabilir sistem olgusu ideolojisinin
benimsenmesini destekler.
Amaç; cinsiyet ayrımcılığı, eğitim fırsat eşitsizliği, sosyal güvence problemleri gibi
mevcut sorunsallar dahilinde kültürel farkındalık oluşturarak,
yapısal dönüşümün ideoloji bazında sürekliliğini sağlamaktır.
Bu dönüşme ve yapılandırma meyyali,
öyle birden bire gerçekleşmez.
Arzu ve akıl arasında kurulan köprünün
ideolojik sağlamlığı,
kültürel zeminde kalıcı duygudaş iletişim oluşturmakla mümkün.
Düşünsel erozyonun yol açtığı ötekileştirme acziyeti
ve bilhassa farklı düşüneni soyutlama algısı,
Cemil Meriç’in de yoksunluktan dem vurduğu gibi
“akmayan bir çeşmeye” dönüştürür ruhu.