Pandeminin süregelen, zorlayıcı, değişken ve acımasız halleri,
Hepimizde açığa çıkan tahammülsüzlük duygusuyla birleşince,
Alacakaranlık kuşağını aratmayan bir
distopya tecrübesiyle tanıştık.
Her hanede, fiziksel bölünmüşlüğün yarattığı kaygının da etkisiyle,
‘yönetemediğimiz’ çeşitli senaryolarla meşgul olan zihnimiz,
tam kadro mesaili travmatoloji kliniği haline gelmişken,
Kısıtlı ve ‘uzaktan’ yaşamlarımızın başrolünde
Akıl tutulması yaşatan tecrübelerle sınıyor her birimizi.
Yeni düzene eski kafayla ayak uydurmaya çalışmanın ağrısı bir yandan,
Bilindik tüm yolları denemiş ve
henüz ışığa ulaşamamış olmak öte yandan,
İnsan aklını özgür kılan sabır ve sükunetin erdeminden uzaklaşmasına ve
Dağınık zihin istifçiliğine doğru yol aldığımıza işaret ediyor.
Virüs, kendisini güncelleyerek,
ülke kapılarını yeniden kapattırıyor.
Doğa olayları hız kesmeden ilerlerken,
Etna yanardağı yeniden aktive oluyor, misal.
Kuraklık ve diğer tehlikelerle boğuşmaktan yorgun düşüyor dünya.
Yit(ir)menin kaygısı içinde
Masaya koyduğumuz yemek, çiğnediğimiz ekmek;
Günlük veri tablosunda
yaşamsal mücadele veren ve yaşamdan eksilenleri duydukça,
boğazına diziliyor herkesin.
Birbirimizden eksilmemek için azami çaba göstersek de,
Salgın adres seçmeden bildiğini okuyor ve
Ölümün o soğuk eli
Nerede ve ne zaman dokunur bize bilemiyoruz.
Kimimiz uykusuzluktan,
Kimimiz hareketsizlik kaynaklı
Obezite ve diğer rahatsızlıklara sürüklenmekten şikayet ederken,
Bir yerlerde hiç tanımadığımız insanların toprağa verildiği haberleri,
Hayatın sürekliliği içinde var olmak ve ölmek ilişkisinin
doğal olgular zincirine tabi olduğu fikrinden uzaklaştırıyor hepimizi.
İstiflediğimiz tüm güzel anılarımızı hatırlatan fotoğraflara bakarken,
Bundan bir yıl öncesinde şikayetçi olduğumuz her ne varsa
Acısıyla özlediğimizi farkettiğimiz toplu bir ruh erozyonu bu.
Yaşamın bizleri bu denli ağır bir korku tünelinde sınaması,
hata yapmamak için özendikçe,
içine çekildiğimiz sakarlıklar serisini hatırlatıyor.
Mevcut metrekarelere sığamadığımızı,
Soluğumuza oturan kaygılı bekleyiş
Ve öğrenilmiş çaresizlikten anlıyoruz.
Zihnimizdeki deprem etkisi,
Duygu ve düşünce istifini imkansızlaştırırken,
Bilgeliğin biriktirmekten çok
özgür bırakmak felsefesiyle ilişkili olduğunu yineliyor.
Auramızı kıskaca alan kaygımızın,
İstemsizce kontrol edebileceğimiz düzeyin üzerine çıkması,
Farklı duygu ve düşünce seviyelerinde
enerji blokajı oluştururken,
yaşamsal duyarsızlaşmanın sızısı içten içe belleklere yerleşiyor.
Düşünmemek için teknolojik aletlerle uyuşuyor,
Gereğinden fazla aynı konuyu konuşuyor olmanın verdiği yorgunlukla,
Kaygıyı başkalarına da bulaştırıyor,
Farketmeden ziyadesiyle tükeniyor
ve birbirimizi tüketiyoruz.
Ezcümle;
Kendi çöküşüne zemin hazırlayabilen tek arena zihin...
Düşünceyi umutla evirmek ya da kaosunda evrilmek;
Seçim hepimizin...