GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
10 Temmuz 2014 Perşembe

Bir hastane odasında seçim komedyasını izlerken…

Bütün bir yıl tatili düşleyip yola çıktıktan, vardığın güzergahta valizlerini yerleştirmeye girişirken gelen bir telefon, sadece kurduğun tatil düşlerini değil, neredeyse hayatının tüm akışını değiştirebiliyor bazen.
Sen plan yaparken, hayat da senin adına plan yapıyor zira ve sen planlarını, senin için yapılan plana göre yeniden planlıyorsun çaresiz.
“Deniz, kum, güneş, bol kitap, bol hareket, bol uyku, bol oksijen, bol balık” düşleriyle, bir yılın yorgunluğunu kendine/sevdiklerine ayıracağın zamanla hafifleteceğini umarken, bir hastane odasında çok sevdiğin, seni var eden bir insana acıyla, kederle bakarken bulabiliyorsun işte kendini…
Onun damarlarında ilaçlar dolaşırken, senin damarlarında da geçmiş ve gelecek dolaşıyor hüzünle.
Ne zaman anne dediğini, onunla yaptığın kavgaları, çekişmeleri, hangi zaman barış çubuğu içtiğinizi, senin için anlamını, onun yaşadıklarını, kendi dünyanı, birlikte katlanılan sıkıntıları, birlikte yaşanan sevinçleri, kederleri düşünüyorsun.
Bir zamanlar yaşamak için ihtiyacın olan varlığın, artık tamamen sana teslim olduğunu, yaşatmak için sıranın sana geldiğini görmek; yazık ki bir zamanlar onun seni yaşatmak için gösterdiği coşkulu arzuya benzemiyor. Çünkü onun bir geleceği yok, olmayacak. Tek gelecek ölüm ve senin görevin o ölümü olabildiğince geciktirmek, insani fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak, artık hiç yürüyemeyecek, kendi başına yemeğini yiyemeyecek, yıkanamayacak anneyi, son yolculuğuna kadar olabildiğince rahat ettirmek. Bir bebek gibi ama yakın geleceğinin ölüm olduğunu bilerek bakmak…
 
Dokuz günü bir hastane odasında geçirirken insan, kendini ve hayatı sorgulamak için çok zaman buluyor. Ve yüzleşme çok daha sert geçiyor. Ve zamanla yarış, her zamankinden çok daha radikal kararlar gerektiriyor.
Hastanede hayat başka türlü ilerliyor. Senin için de, senin gibi hastalarının başında şifa bekleyenler için de.
Burada insanların gündemi ne cumhurbaşkanlığı seçimleri, ne Türkiye’yi bekleyen flu gelecek.
Burada insanların tek gündemi sağlık.
Ve sağlığa insanca ulaşabilmek için gerekli olan para.
Çünkü burada en net anlaşılan ‘her şeyin başının sağlık’ ve o sağlığı sağlayabilmek için mutlaka paran ve arkan olması gerektiği…
Çoğu felçli, her yanlarından hortum sarkan hastalarına yatak sağlayan devlet, o hortumların yerinden oynamaması, biten serumdan hemşirenin haberdar edilmesi, sidik torbasının belirli aralıklarla boşaltılması, alt temizliğinin yapılması, yatak yarası olmasın diye sırtına mesaj yapılması ve bunun gibi bir dolu görevi, hasta yakınına havale ederken… Refakatçiye sunduğu tek lüks, gecesini gündüzünü üzerinde geçireceği bir demir sandalye ile çoğu yenmeden bırakılmaya mahkum hastane yemeği çünkü…
 
Ölümün hemen yanıbaşında olduğunu her an gördüğün, Azrail’in orağının ne genç ne de yaşlı demeden indiğine an be an şahit olduğun bir ortamda, olanca güçleriyle politik hırslarını sergileyen üstelik bunları türlü soslarla tatlandırmaya çalışanların çabaları gülünç geliyor insana haliyle… Daha doğrusu acıklı.
Zevksiz ve hiç de adil olmayan bir yarışı televizyon ekranlarından izlerken, hiçbir şey hissetmeyişim; bu kez bir devlet hastanesinde hiç de adil olmayan bir hayatın yaşanıp bittiğini, çok üzücü biçimde görüyor/yaşıyor olmamdan. İnsanlara merhametsiz bir hayatı reva görenlerin, sosyal adaletten bunca uzakken kendi refah ve gelecekleri için çırpınmalarından ve bu çırpınmaları sanki ‘senin/benim için yapıyorlarmış’ gibi arsız ifadelerle dile getirmelerinden…
 
Annem beyin damarlarında tıkanma nedeniyle çocukluğuna/bebekliğine dönerken, beni de gençliğime, gençliğimde inandığım, savunduğum ideallere doğru sürüklüyor sanki… “Bu düzen değişmeli”ye, bu iğrenç, bu pespaye sistemin hiçbir şekilde pansumanla düzelemeyeceğine, pansumanların sadece ve sadece sorunları ötelemeye, varolan sistemi güçlendirmeye yaradığına…
 
Hangi cumhurbaşkanı bu adaletsiz gidişi durduracak, hangi cumhurbaşkanı sosyal devleti inşa edecek, hangi cumhurbaşkanı insan hak ve özgürlüklerinin yolunu tıkayan bütün ölümcül atıkları yıkıp atacak, hangi cumhurbaşkanı insana insanca muamele edilmesini sağlayacak, hangi cumhurbaşkanı bu iğrenç düzeni değiştirecek?

Bir hastane odasından, ölümün kıyısındaki insanlarla birlikte nefes alıp ülkeye, gidişata, seçim denilen şu komediye bakarken… Zihin bu soruları sorduruyor insana. Sadece bunları…