GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
29 Ekim 2018 Pazartesi

Yüzyıl önce veya yüzyıl sonra...

Geçen yüzyılın başında, Türkiye’nin ufkunu açan ve yeryüzünde nerede, nasıl duracağına karar verebilen duru bir akıl ortaya çıkmıştı. Bu nedenle ülke o büyük yıkımın altından kalkabilmiş, (kapitalist) sistemde yerini alabilmişti.

Herkes çekip gitmişti… Türkler, Kürtler, Lazlar, çok az sayıda Musevi, Rum, Ermeni ve din grupları kalmıştı geride.

O koşullarda, Osmanlı bakiyesinden, Modernist, Aydınlanmacı Cumhuriyet inşa edilmiş ve uluslararası sisteme entegrasyonu sağlanmıştı.

“Belirtmekte yarar var; Osmanlı’nın, 1839-1922 yılları arasında iki dönemde gerçekleşen, ekonominin kapitalist sisteme entegrasyonu başarısız olmuştur.”

Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz ama yüzyıldır Modern ve laik Cumhuriyet’in varlığını sürdürdüğü, Aydınlanma devriminin sürdüğü bir gerçektir.

Aydınlanma düşüncesine dayalı laik ve seküler yapısıyla Cumhuriyet, ikiyüz yıldır süren batılılaşma hareketini, üniter devlet - modern yurttaş ekseninde derinleştirmiş ve kalıcı kılmıştır. Ta ki İslamcıların ve Kürtlerin itirazlarıyla zihinler bulanıncaya kadar.

Ayrıca, Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist karakterinin yanı sıra, yeni Cumhuriyet’in uluslararası kapitalist sistemin bir parçası olarak doğduğu da not edilmeli.

Bu yüzyılın başında, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi tartışmaya açıldı. İslamcılar ve Kürtler toplumsal mutabakattan çekildiler. Kamusal yaşam normları çökmeye başladı.

Bu gelişmelerin devamında Türkiye’nin yönetim biçimi değişti; rejim değişikliği ise kapıda…

Şimdi, yaşanan değişimin sert ikliminde, Cumhuriyet’in yeni toplumsal mutabakat koşulları ve yeni kamusal yaşam normları konuşuluyor.

Türkiye’nin batılı kimliğinin karşısına çıkarılan bir yanıyla doğulu, bir yanıyla islamcı kimliğin yerleşik batı değerlerini yadsıması, toplumda derin yarılmaya yol açtı. Yeni bir toplumsal mutabakata duyulan ihtiyaç tam da bu nedenledir.

Kimileri her ne kadar, Cumhuriyet kurulurken 1924 anayasası ile sağlanan mutabakatın sürdüğünü söylese de, Kürtler ve İslamcılar öyle söylemiyorlar…

Cumhuriyet’in kuruluşunun 95. yılını coşkuyla kutluyoruz. Bir de Cumhuriyet’in başına gelenleri doğru dürüst konuşabilsek!

Seküler toplum ve cemaatleşen toplum ayrışıyor. Etnisite grupları ayrışıyor. Din grupları ayrışıyor; İslamcı kimliği hâkim kılmak için yıllardır sürdürülen ayrıştırıcı kimlik siyaseti toplumu doğu/batı ekseninde kamplaştırdı. Ayrışan grupların birbirine tahammülü giderek yok oluyor. Dahası bu tehlikeli süreç, yerli ve milli yafta ile kamufle ediliyor. Sıkıntı büyük.

Törenler göz alıcıdır. İnsanımız törenleri ve gösteriyi sever. Gelin görün ki her şey tören ve gösteriden ibaret ise, kurumlar, kuruluşlar, yapılar kalıcı olamıyor.

Cumhuriyet’in sorunu da bu!

Cumhuriyet’in kuruluşunu büyük ölçüde Atatürk’ün dehasına borçluyuz. Fakat 70 yıldır bu mirası hoyratça harcayanlara pek bir borcumuz olduğunu düşünmüyorum.

İkibinli yıllar boyunca Cumhuriyet’in rövanşını almak için ayağa kalkanlar, çağdaş ve batılı değerleri doğulu ve islami normlarla boğmaya çalışıyorlar. Ve bu hengâmenin içinden yeni Osmanlı’nın zuhur edeceğine inanıyorlar.

Bir an önce, seküler zeminde, toplumsal mutabakat oluşturmak gerekiyor. Yoksa 29 Ekim’in içi tamamen boşalacak. Herkes kendi yoluna gidecek.

Hal böyle iken, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, Cumhuriyet’e inananlara kutlu olsun.