GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Fikret İLKİZ
YAZARLAR
21 Ağustos 2011 Pazar

Yaşamın buyruğunda durmak

Nasıl bir yaşamdır ki, belki bir başkası, yeryüzünde hiç kimse onun yazdığı gibi yazamayacak. Zaten yazamaz. Sadece onun hayatı ve yazdıkları bize kaldı.
Nasıl yaşamdır ki, bütün varoluşunu yazının buyruğuna vermiştir.  
 “Gerçek şu ki, ben bir yazar kadınım: Bir yazar kadın, yazı yazan bir ev kadını değildir, bütün varoluşu yazının buyruğu altında bulunan kadındır. Böylesi bir ömür her ömre bedeldir. Kendi nedenleri, kendi düzeni, kendi amaçları vardır, bu yaşamı çılgınca diye nitelemek için onlardan hiçbirşey anlamamış olmak gerekir” (La Force des choses “Koşulların Gücü”, 1963. Simone de Beauvoir).

Bu satırlar hayranı olduğum Simone de Beauvoir’in anılarından. “Koşulların Gücü” adlı kitap Beauvoir’in anılarının üçüncü cildi ve 1944-1962 yıllarını kapsıyor. Kadın olarak, yazar olarak yaşamından memnun birisi. Yapı Kredi Yayınları Genel Kültür Dizisi içinde yayınlanmış olan “Simone de Beauvoir /Özgürlüğü Yazmak” adlı eser, içeriği ve fotoğrafları ile ömre bedel bir yazarın ömründen anlatılarla ve onun yazılarıyla dolu çok güzel bir kitap. “Koşulların Gücü” adlı eseri ve Beauvoir hakkında şunlar yazılı:
 “Herkes ‘olmak’ ister ama elinden ancak ‘varolmak’ gelir. En başarılı, en mutlu, en zengin yaşam, tıpkı Beauvoir’ınki gibi bir yaşam, hele de kişi güç beğenir biriyse, ancak yaşandığı kadardır işte, sonsuz değildir, kişinin vaat ettiği ‘her şey’ demek değildir.” (sayfa 69-70)

Kendi varoluşunu yazının buyruğuna veren insanların çoğaldığı bir dünyanın nasıl zengin bir dünya olabileceğini yazmaya gerek bile yok.
Kendi çektiğimiz sıkıntıların içindeyken bile, başkaları için yazı yazmaktan öte herhalde hayatı yaşamanın ve yazmanın bir anlamı daha olmalıdır. Bu belki de kendiniz için yazmaktır, belki de yazdıklarınız için hayata yeniden ama başka bir pencereden bakmaktır.

Nasıl yazdığınız ne kadar önemli ise, hayata nasıl baktığınız da bir o kadar önemli olmalıdır.
Birden bire renklerin ne kadar renkli olduğunu düşünmek ve arada bir aklınıza düşen ve uzun yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı, işinizin tam ortasında aramak hayatınıza renk katabilir.
Onun ve sizin hayatınızı değiştirebilir… Birdenbire hayatı fark edebilirsiniz… Uzun zamandır sesini duymadığınız dostunuzun sesini duymak sizi sevindirir… O da sevinir. İstemez misiniz? Kısa bir ziyaret bile olsa, bir fincan kahve bile içseniz ve sadece dereden tepeden konuşup, üç beş laf etmek hayata iyi gelebilir…
İşte tam şimdi, kıpırdamadan durmayı denemenin tam zamanıdır.
 
Bu gün biraz avarelik etmek, biraz dalga geçmek, biraz kendi kendine kalmak, biraz yolda yürümek, ağaçlara, çiçeklere bakmak, rüzgârı hissetmek, güneşe bakmak ve bütün bunları uzun zamandan beri yapmadığınızı fark etmek zamanıdır belki de…
Kimseye kızmadan, öfkelenmeden, günlük koşturmaların tam ortasında zınk diye durup, koşmaktan vazgeçmek, sakin olmak ve durup kendi kendinizle konuşmak ve belki de durup dururken hayatı fark etmek zamanıdır…
Birden bire günlük koşuşturmaların arasında Simone de Beauvoir’un yazdıklarını, birkaç cümlesini ve onun hayatını düşündüm. Zınk diye durdum, sakinleştim, etrafıma baktım ve fark ettim.
Yazı yazmayı yaşamın buyruğuna verince, yaşamın güzellikleri ve iyilikleri de yazılacak buyruklardanmış meğerse…