GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Fikret İLKİZ
YAZARLAR
3 Temmuz 2011 Pazar

Adaletin güvencesi yargıçlar

Yargı, eleştiriden muaf değildir.

Ama yargıçlara "sorumsuz soytarılar", denilmez. Yargıcın verdiği karara veya yanıta öfkelenip yazılan şikâyet mektubunda yargıç, "önemsiz sersem", "bir aptal", "küçük kişi", "önde gelen sersem" diye aşağılanmaz.

Demokratik ülkelerde yargının otorite ve tarafsızlığı, gereksiz saldırılara karşı korunur.
Genel ilkeler bu olmasına karşın her olay kendi yapısı ve özelliklerine uygun olarak değerlendirilmelidir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yargıca “sorumsuz soytarı” diyerek onun hakkında şikâyetçi olan kişiye verilen sekiz aylık cezayı fazla ve orantısız bulduğu için Sözleşmenin 10. maddesinde yazılı ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Anılan karar Skalka-Polonya kararıdır. (AİHM 3. Daire. 27.05.2003-43425/98. Bakınız Doğru, Osman. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatları. Legal Yayınları İstanbul. 2008.Cilt 4. Sayfa 379 ve devamı. Çeviri Karacaoğlu, Emine)

Olay, Polonya vatandaşı olan Bay Edward Skalsa’nın ağırlaştırılmış hırsızlık suçundan mahkûm edilmesiyle başlamış ve başvurucu Katowice Bölge Mahkemesi Ceza İnfaz Bölümüne bir mektup yazmış ve cevap almıştır. Cevabı tatmin edici bulmayan Skalsa, Bölge Mahkemesine mektup yazarak yanıt veren yargıçtan şikâyetçi olmuştur. İşte bu mektupta kullandığı “…cübbe giysin giymesin herhangi bir küçük sersemin… Beni yıldırmak isteyen bu tip soytarıdan korkacak değilim, talebim bazı aptallara değil.” gibi cümleler yüzünden hakkında 8 ay hapis cezası verilmiş ve konu AİHM’ önüne gelmiştir.

Mahkeme, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturup, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biri olduğunu hatırlatmıştır. İfade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan "haber" ve "düşünceler" için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanacağına değinerek çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği olarak bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamaz demiştir.

Buna rağmen Sözleşme'nin 10. maddesinde belirtildiği üzere bu özgürlüğün istisnaları bulunduğunu, “ancak bu istisnalar dar yorumlanmalı ve bir kısıtlama ihtiyacının bulunduğu inandırıcı bir şekilde ortaya konmalıdır” denilmiştir.
AİHM’nin birinci tespiti şöyledir: “Adaletin güvencesi olan ve hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir devlette temel bir işlevi olan mahkemelerin çalışmaları, kamunun güvenine sahip olmalarını gerektirir. Bu nedenle mahkemeler, temelsiz saldırılara karşı korunmalıdır”. 

Buna rağmen; “Mahkemeler, diğer bütün kamu kurumları gibi, eleştiriden ve denetimden muaf değildirler. Özgürlüğü kısıtlanan kişiler de, bu alanda toplumun diğer bütün üyeleriyle aynı haklardan yararlanırlar. Ancak eleştiri ve aşağılama arasında açık bir ayrım yapılmalıdır. Bir ifade açıklamasının tek amacı bir mahkemeyi veya o mahkeme üyelerini aşağılamak ise, uygun bir cezalandırma, ilke olarak Sözleşme'nin 10 (2). fıkrasını ihlal etmeyecektir”.

Mevcut olayda cezaevinde cezasını çekmekte olan başvurucunun Katowice Bölge Mahkemesi Başkanına gönderdiği mektupta yargıçtan şikâyet ederken, ikinci mektubunda aşağılayıcı kelimeler kullandığı şüphesizdir.
Başvurucu, Ceza İnfaz Bölümünde "sorumsuz soytarılar"ın yer aldığını söylemiş ve şikâyet konusu cevabı yazan kişi hakkında "önemsiz sersem", "bir aptal", "küçük kişi", "önde gelen sersem" gibi başka kaba ifadeler kullanmıştır AİHM’si, “bir bütün olarak mektubun ifade tarzının da açıkça aşağılayıcı olduğunu” gözlemlemiştir. Başvurucunun somut şikâyeti yoktur ve öfkesinin neden bu kadar sert olduğu anlaşılamamıştır.

Başvurucu sekiz ay hapis cezası almıştır ve bu cezasını çekmektedir. AİHM’si ilk derece mahkemesinin başvurucunun suçunun derecesi ve suçun ağırlığı arasında bir orantılılık saptadığını kaydetmiş ancak “ulusal mahkemelerin gösterdikleri gerekçeler, başvurucunun suçunun niçin çok ağır olduğu ve olayın şartları içinde suçun niçin sekiz aylık hapis cezasını gerektirecek derecede ağır görüldüğü sorularına yeterli derecede cevap” vermediği sonucuna varmıştır.

Ayrıca, başvurucunun benzer bir suçtan dolayı daha önce mahkûm edilmediğini tespit eden AİHM’si eğer başvurucu daha önceden böyle bir suçtan mahkûm edilmiş olsaydı, mahkemelerin başvurucuya böyle bir sert ceza vermeyi seçmelerinin daha kabul edilebilir bir durum olabileceğini belirtmiştir. 

AİHM’sinin kararına göre; “Tartışma konusu ifadelerin kullanıldığı bağlam konusunda Mahkeme, "yargı organının otoritesi" deyiminin, özellikle mahkemelerin, genellikle büyük bir kamuoyu tarafından da kabul edildiği üzere, hukuki uyuşmazlıkların ve bir suç isnadıyla karşılaşan kimsenin suçluluğunun veya masumiyetinin karara bağlandığı uygun bir forum olduğu anlayışını içerir” (bk. 29.08.1997 tarihli Worm-Avusturya kararı, parag. 40).

Yargı otoritesinin korunması bakımından tehlikede olan şey, demokratik bir toplumda mahkemelerin, cezai yargılamalar söz konusu olduğunda sanığa ve halkın büyük bir kesimine aşılaması gereken güvendir (bk. aralarındaki farklılıklarla birlikte diğer pek çok karar arasında 24.02.1993 tarihli Fey - Avusturya kararı, parag. 30”).
Sonuç olarak, hem kurum olarak mahkemeyi hem de adı belirtilmeden bir yargıcı küçük düşürene uygun bir ceza verilmesi, Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlaline yol açmayacaktır.

Ama Mahkeme bu davadaki sorunun, başvurucunun mektubundan dolayı cezalandırılması gerekip gerekmediği değil, fakat verilen cezanın Sözleşme'nin 10. maddesi bakımından uygun veya "gerekli" olup olmadığıdır.

AİHM’sine göre sekiz aylık hapis cezası, orantısız bir şekilde serttir. Olayda uygulanan cezanın ağırlığı, suç fiilinin ağırlığını aşmaktadır. Bu fiil yargı organına aleni ve bütüncül bir saldırı değil, fakat halkın haberinin olmadığı karşılıklı bir mektuplaşmadır.
Dahası suçun ağırlığı, başvurucuya uygulanan cezayı haklı kılacak ölçüde değildir. Ayrıca bu, başvurucunun kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aştığı ilk olaydır. Bu nedenle, daha az bir ceza haklı görülebilecek olduğu halde, ulusal mahkemeler ifade özgürlüğünün "gerekli" istisnasını oluşturan sınırın ötesine geçmişlerdir.
Bu nedenlerle Mahkeme, Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

Demokratik toplum düzeni ilkelerine göre çoğulculuğun ve demokrasinin gereği, verilen cezanın uygun ve gerekli olup olmadığının yanında “ölçülülük” ve verilen cezada orantılılık esastır.

Yargının aşağılanması önlenmelidir ama yargı el sürülmez ve eleştirilmez bir güç değildir.