GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
13 Mart 2014 Perşembe

Yapmayın, etmeyin…

Bir çocuk ölüyor! Dahası öldürülüyor.
Yasını bile tutamıyoruz. 15 yaşındaki bir çocuğun cenazesinde birleşemeyen bir ülke fiilen bölünmüş demektir. Ya da 15 yaşındaki çocuğun cenazesinden sonra iki çocuğunu daha toprağa veren bir ülke… Ama öyle ama böyle…
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Berkin’in ardından söylediklerini ayakta alkışlıyorum. Kendisine içten sözleri için teşekkür ediyorum. Melih Gökçek, Şamil Tayyar ve de Egemen Bağış’ın ‘kör göze parmak’ twetlerini ise lanetliyorum, kınıyorum. Başbakan’ın  ‘bir taziyeyi çok görmesine’ diyecek bir şey bulamıyorum.
Fırat’ın kenarında kaybolan kuzudan bile sorumlu olması gereken Başbakan’ın Berkin’in ailesinden bir taziyeyi bile esirgemesini, yas tutanların üzerine orantısızca gidilmesine seyirci kalmasını hala anlamıyorum.
Binali Yıldırım’ın da Berkin’in ardından söylediği duygu dolu çıkışı alkışlıyorum. Ama

İzmir Valisi Mustafa Toprak’ı ve İzmir Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya’yı kınıyorum.
Alsancak’ın ara sokaklarında çoluk-çocuğa orantısızca şiddet uygulayan polislerden utanıyorum. Özellikle de bir köşede kıstırdığı protestocuya ‘Senin bacını… diye küfredenden…
Tunceli’de orantısız müdahale emrini yerine getirirken kalp krizi geçiren polisimize ve İstanbul’da Sokak çatışmasında öldürülen gencimize Allah’tan rahmet diliyorum.
Ve yapmayın diyorum, etmeyin…
Bu ülkeyi henüz 15’indeki bir çocuğun cenazesini birlikte kaldıramayacak, acıyı paylaşamayacak noktaya getirmeyin…
Kabul, Berkin üzerinden kimse siyaset yapmasın…
Kimse Berkin’in cenazesinden oy beklemesin…
Ama Berkin’i katledenler de en kısa sürede adalet önüne çıkarılsın.
Devletin başı üzüntüsünü Berkin’in ölümünden bir gün önce bildirdi.
Başbakan Erdoğan sözlü yapamıyorsa yazılı yapsın… Mısır’da darbecilerin katlettiği çocuklara ağladığının onda biri kadar kendi çocuklarına da ağlasın.
Bir zamanlar birlikte üzülen, birlikte sevinen…
Tepkisini birlikte ortaya koyabilen…
Düğününde, cenazesinde yan yana durabilen…
Halaylarda, horonlarda omuz omuza…
Farklı düşünsek de birbirine en azından saygı gösterebilen…
Polisini, askerini seven…
Başbakanına oy vermese bile saygı gösterebilen bir millettik.
Bize neler oldu, nasıl düştük bu hallere…
Ve nasıl toparlanacağız.
Davasını, polisini, askerini, savcısını, hâkimini hatta hırsızını bile kategorize edip, ‘Seninki benimki’ diye ayırma noktasına nasıl geldik?
Bırakınız her şeyi…
Senin ölün, benim ölüm noktasına nasıl geldik? Kim getirdi?
Faiz lobisi mi, vaiz lobisi mi, dış mihrak mı?
Yoksa 12 yıldır kesintisiz, tek başına bu ülkeyi idare edenler mi?
Yanıt vermenin zamanıdır?
Neye ihtiyacımız olduğu ortada?
En azından 15 yaşındaki bir çocuğun cenazesini birlikte kaldırabilen bir ülke olmaya ihtiyacımız var. 9 aylık yaşama tutunma savaşında 45 kilodan 16 kiloya düşmüş bir çocuğun ardından ahlaksız twetler atmayan idarecilere ihtiyacımız var.
Operasyona giderken vicdanını evde bırakmayan polislere ihtiyacımız var.
Kraldan fazla kralcı olmayan valilere, emniyet müdürlerine ihtiyacımız var.
Adaletli savcılara, yürekli hâkimlere ihtiyacımız var.
Onun bunun kalemşoru, tetikçisi olan değil… Adam gibi duran, mesleğinin hakkını veren gazetecilere ihtiyacımız var.
*
Ve Binali Yıldırım’a çağrımdır.
Sayın Yıldırım… İzmir’e hizmetleriniz inkâr edilemez. İnkâr eden nankördür.
Bu kente son 12 yılda çakılan tüm devlet çivilerinde hakkınız, emeğiniz var. Ve son süreçte İzmir Büyükşehir adayı olarak müthiş bir mücadele ortaya koyuyorsunuz. Canhıraş bir mücadeleyle kenti yerel seçim sathına çekmeye çalışıyorsunuz. Hizmet diyorsunuz, proje diyorsunuz. Ne yazık ki ülke konjonktürü şu ana kadar size müsaade etmedi, etmiyor.
Adaylık açıkladığınız gün bacanağınızın da aralarında bulunduğu bir ‘manidar operasyonla’ karşı karşıya kaldınız.
Projelerinizi açıkladığınız gün ülkeyi sarsan tapeler yayınlandı.
Ve Berkin’in ölümünün ardından kentte yaşananlar da malumunuz.
Operasyon ve tapeler bizi de aşıyor gördüğüm kadarıyla sizi de…
Ama kentin sokaklarında iki gündür kol gezen şiddete el koyun. Lütfen el koyun.
Vali Toprak’a Emniyet Müdürü Uzunkaya’ya talimat verin…
Sokaktaki polis zulmünü durdurun diyen CHP’li Alaattin Yüksel’e gece yarısı ‘yazılı başvur’ diyen/diyebilen emniyet müdürü sizin sözlü başvurunuz karşısında hazır ola geçecektir.
Emin olun!
Amaçları sadece protesto olan, yürümek olan, Anayasal hakkını kullanmak olan insanların önünden tomaları çeksinler… Konak meydanında elindeki ekmeğiyle Berkin’i anmaya gelen ve polis şiddetinden polise sığınan 78 yaşındaki teyzenin fotoğrafına bakın, yeter. Bulamazsanız AA’dan isteyin… Ne demek istediğimi anlarsınız.
Adaysınız ama hala İzmir’in resmi vekilisiniz. Ve siyasi gücünüz gereği İzmir’in valisi ve emniyet müdürü sizi dinleyecektir. Bu gücünüzü kenti normalleştirmek için kullanın.
Ülkenin anormalliği yüzünden bir türlü yerel seçime odaklanamamışken…
Normalleşmeyen, sokaklarında polisin orantısız şiddetine tanık olunan bir kentte siyaset yapmak hiç mümkün olmaz. Projenin kralını yapsanız, açıklasanız kar etmez.
Bu gerginlikten başta siz ve ilçe adaylarınız zarar görür, görüyor.
Sizin çay kaşığıyla biriktirdiğiniz emeği vali, emniyet müdürü kepçeyle boşaltıyor.
Lütfen gerginliği durdurun… Duruma el koyun! Ve ülkeye gücümüz yetmese de tüm gücümüzü demokrat İzmir’in en azından İzmir’in iklimini değiştirmek için kullanalım.
Ki biz de kalan 15-16 günde yerel seçim konuşalım, yerel seçim yazalım.
Seçmen yerel seçimi düşünerek gitsin sandığa… Adayları, meclis üyelerini, projeleri biraz olsun dikkate alsın. Yani demokrasi kazansın.
*
Ve TOMA’ya su meselesi…
Bugün Yeni Asır’ın manşetinde garip bir haber daha var.
Kocaoğlu’nun bizim konuğumuz olduğu canlı yayında yaptığı ‘TOMA’ya su yok’ açıklamasını çürütmek için Cumhuriyet temsilcisi Serdar Kızık’ın fotoğrafıyla ilginç bir başlık atılmış. Muhtemelen bu manşet Yeni Asır’ın içinde TOMA geçen tek manşetidir.
’TOMA’lara su yok dedi ama sözünü tutmadı, su verdi. Sonra da eyleme gitti’ demiş gazete.  Çok zorlanmış olmalı Hüseyin Kocabıyık ve yardımcıları… Bir yandan TOMA’ya su verilmesini eleştirmemek için kıvranırken öte yandan Kocaoğlu’nu tutarsız göstermek için büyük ter dökmüş olmalı.
İşin doğrusu şudur. Kocaoğlu o açıklamayı benim de bulunduğum bir televizyon programında canlı yayında yaptı. Salı gecesi saat 21.10 civarında…
Gazetenin TOMA’ya su verildi dediği saat 20.30… Yani bizim canlı yayının başladığı saat… Ege Tv’deki Söz Meclis’ten içeri programında ilk reklâm arasına çıktığımızda Danışmanı Reşat Yörük stüdyoya girip Aziz Başkan’a bir telefon uzattı. Ve Kocaoğlu telefondaki kişiye ‘Hayır kardeşim… TOMA’ya su-mu vermeyin! Sadece yürüyen insanların üzerine su sıkılmasına aracılık etmeyin. Kim suyu nereden alıyorsa alsın, biz vermeyelim” dedi ve telefonu kızgın/öfkeli bir şekilde geriye uzattı.
Saniyeler sonra reklâm arası bitti, yayın başladı.
Bu diyaloga canlı şahit olan bizler de haliyle bu talimatı sorduk. Gezi Parkı sırasında ‘marjinal gruplara müdahale’ için TOMA’ya su vermekle eleştirilen Kocaoğlu, kendisinin de bir bölümüne katıldığı, bizim yayına çıkmak için ayrıldığı Berkin Elvan taziyecilerine sulu müdahale edilmesinden duyduğu üzüntüyü ifade etti.
Vali’yi, Emniyet Müdürü’nü göreve çağırdı.
Olay budur. Yeni Asır’ın haberindeki tek doğru TOMA’ların 20.30 civarında Büyükşehir’e ait itfaiye aracından su aldığıdır. Ama gazete çok iyi bildiği halde talimatın ardından bu fiili durumun sona erdiğini görmemiştir. Çünkü malum gazeteyi hazırlayanların derdi üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Ve malum gazete hizmet ettiğini sandığı yapılara, adaylara da İzmir’de büyük zararlar vermektedir. 30 Mart’ta ne demek istediğimiz anlaşılacaktır.