GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
10 Şubat 2022 Perşembe

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

24 Temmuz 1789 ve 25 Ekim 1917, insanlığın yazgısını etkileyen iki büyük devrimin gerçekleştiği tarihlerdir. Birincisinde Büyük Fransız, ikincisinde de Bolşevik ihtilâli dünyanın seyrini değiştirmiş, günümüze uzanan yüzlerce kuşakta iz bırakmışlardır. Mustafa Kemal’in öncülüğünde gerçekleşen Anadolu ihtilalinin de bu iki devrimden etkilendiği su götürmez bir gerçektir. Bunu kanıtlayan en somut örnek Altı Ok simgesi ve ilkeleridir.

30 Aralık 1922’de ise, açılımı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olan SSCB kurulmuştur. Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Özbekistan, Kazakistan, Gürcistan, Azerbaycan, Litvanya, Moldova, Letonya, Kırgızistan, Tacikistan, Ermenistan, Türkmenistan ve Letonya’dan oluşan on beş devlet SSCB çatısı altında yer almışlardır.

SSCB, 22 milyon 403 bin kilometrekare yüzölçümü ile dünyanın en büyük ülkesiydi. 1980’li yıllarda dünya sanayi üretim hacminin %16,5 bölümüyle ikinci sırada, milli gelir açısından %3,4 payla yedinci sırasındaydı.

İkinci dünya savaşı sonlarında Berlin’e giren ve Doğu Avrupa’ya yayılan Kızıl Ordu’nun etkisiyle Komünist rejimlerin yönetimine geçen Polonya, Doğu Almanya, Çekoslavakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve daha sonra Küba’dan oluşan büyük sosyalist blok, başta ABD ve İngiltere olmak üzere kapitalist devletlerin korkulu rüyası olmuş ve dünya “Soğuk Savaş” dönemine girmişti. Bu iki kutuplu dönemde önce NATO sonra da Varşova paktları kurulmuş, insanlık hızlı ve korkutucu bir silahlanma yarışına tanık olmuştu. Bu yarış o kadar korkunçtu ki kullanıldığı takdirde dünyayı havaya uçuracak atom bombaları, nükleer silahlar, uzun menzilli füzeler dehşet dengesini oluşturuyor ve yeni bir dünya savaşını engelliyordu.

1922’de kurulan SSCB yüz yaşını tamamlayamadan dağıldı. Önce Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri sonra da SSCB Devlet Başkanı olan Mihail Gorbaçov 25 Aralık 1991 günü istifa etti. Aynı gece Kremlin’deki kızıl bayrak indirilerek yerine çarlıktan kalma Rus bayrağı çekildi. Birliğin dağılmasıyla 15 cumhuriyet bağımsızlığını ilân etti. 1922 doğumlu SSCB ancak 61 yıl yaşayabilmiş ve tarihin sayfalarında yerini almıştı.

SSCB’nin çöküşü tüm dünyada şiddetli bir deprem etkisi yarattı; çöküş sonrası dünyada da hiçbir şey eskisi gibi olmadı. İki kutuplu dünya düzeni hızla tek kutupluya dönüştü. Tek kutuplu dünya ancak son yıllarda çoklu olabildi. Kapitalizm, dağılan ülkelerdeki sosyalist mirasa vahşice saldırdı. Neo liberal sistem olabildiğince güç kazandı. Özelleşme modası her yere yayıldı. Sendikalar, sosyalist partiler güç yitirdiler. İki süper güç arasındaki rekabet ve çekişmeden yararlanarak bağımsızlıklarını koruyan ve adına üçüncü dünya denilen coğrafya ortadan kalktı. Nehru, Nasır, Tito gibi isimlerin devamı gelmedi.

SSCB’nin dağılması, bunun ekonomik, tarihsel, sınıfsal, stratejik ve birçok nedeni üzerine batı dünyasında binlerce makale, yüzlerce kitap yayınlandı. Akademisyenler, Marx uzmanları, politikacılar, gazeteciler aylarca hatta yıllarca tartıştılar; tartışmayı sürdürüyorlar. AB içinde güçleri iyice azalan komünist ve sosyalist partiler bu depremden en fazla etkilenen kuruluşlardı. Önümüzdeki yıllarda ne kadar toparlanabilecekler o da güncel tartışma konularından biri.

Ülkemize gelince… Çağdaş anlamda siyasal yelpaze oluşumunu engelleyen, düşünce özgürlüğüne set çeken TCK’nun ünlü 141 ve 142. Maddeleri az da olsa bu tür tartışmaları kısırlaştırıyordu. Bunların 21 Nisan 1991’de yürürlükten kalkmasıyla çok dar ve özellikle Marksist çevrelerde, panellere, forumlara ve yayınlara tanık olundu. Sosyal demokratlar ise o yıllarda ünlü İSKİ skandalıyla meşguldüler. Acı gerçek ise Sovyetlerin çöküşünü inceleyecek, irdeleyecek parti kadrolarından yoksun olmalarıydı. Soğuk savaşta “Komünistler Moskova’ya” sloganıyla yeri göğü inleten sağcılar ise “Allahsız komünizm çok şükür yok oldu” demekle yetiniyordu!

Bu tartışmalara, çözülüşün 30. Yılında Prof. Korkut Boratav’ın verdiği yanıtlar soğukkanlı ve gerçekçi bakış açısını yansıtıyor. SSCB’nin dağılmasını dünya için “Büyük bir trajedi” olarak tanımlayan Boratav, “Sovyetler Birliği’nin temsil ettiği düzen kapitalizmin alternatif sistemi olarak insanlığın belleğinde yer etmişti” diyor.

“Sermayenin tahakküm etmediği, farklı bir dünyanın olabileceği, emeğin başkalarına artı yaratmadan çalışılabileceği bir düzenin mümkün olduğu, Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist sistemin bütünü içinde yer alan diğer örneklerle birlikte kanıtlanmıştı.”

Boratav Hoca çöküş nedenlerini “İç sorunların ve çelişkilerin çözülememesi olarak” görüyor. “Bunların çözülememesi, o dönem Sovyetler Birliği yönetiminde bulunanların gaflet bazı yorumlara göre ihanet sınırına savrulması sonucudur. İhanetten kastım, yönetim kadrosunun bir bölümünün emperyalist sistemin, ABD ve Batı Avrupa sisteminin ideolojik hatla doğrudan doğruya bireysel bağlantılarıyla teslim alınmasıdır.”

Amacım bu konuda ayrıntılı savları araştırmak değil elbette. Ama bana göre merceği 60 yılı aşkın bir sürede uygulanan reel sosyalizm üzerine tutmak gerekiyor. Bildiğim kadarıyla Karl Marx reel sosyalizm için bir reçete yazmış değil. Emperyalistlerin tehtidi altında sosyalist bir düzen kurmaya çabalayan bolşevik iktidarların elbette çocukluk, gençlik yılları olacaktı. Deneme/yanılma yöntemleri ise bir yaşam gerçeğiydi. Tüm dünyada devrim yaratmak amacıyla işe başlayan Bolşevikler özellikle Almanya ve İngiltere’de ihtilâl bekliyorlardı. Bunların gerçekleşmemesi Sovyetlerin iç ve dış politika ile ekonomilerini etkileyecekti. Öyle de oldu. Çözülünceye kadar sosyalist dünya kapitalist dünya ile birlikte yaşadı. Her an emperyalistlerin ve sınıf düşmanlarının korkusunu ensesinde hisseden iktidarlar iç ve dış güvenlik örgütlerini oluşturdular. Bunlar Komünist düzenin ve iktidarının koruyucusuydular.

Marx’a göre iktidara gelecek olan prolerya diktatoryasıydı. İktidara da işçi sınıfı adına Komünist Partisi gelecekti. Oysa iktidara proleterya yerine parti diktatoryası geldi. Yöneticilerin önemli bir bölümüne daha sonra nomenklatura adı verildi. Nomenklatura bürokrasi ve teknokraside yönetsel görevleri ellerinde tutan komünist partisi yöneticisi elitlerdi. Bunlar yönetici olduktan sonra mesleklerinden uzaklaşmış kişilerdi. Azledilinceye veya ölünceye kadar idareci olacaklardı! Hiç unutmuyorum, Parlamento dostluk grubu olarak Bulgaristan’a gittiğimizde Todor Jivkov’un mesleğini sorduk; aldığımız yanıt ilginçti: Profesyonel Devrimci!

Sınıf düşmanlarından ve emperyalizmin ajanlarından korunmak için kurulan güvenlik örgütleri de huzuru sağlamak bir yana, tüm ülke üzerinde korkunç bir hava estiren zulüm makinesine dönüşmüştü. Stalin dönemi bunun en somut örneğiydi. 1979’da Moskova’daki evinde ilk ve son kez görüştüğüm Nazım Hikmet’in manevi oğlu Ekber Babayev sabaha kadar Stalin’in aydın kırımını anlatmıştı. Tabii bu örnekleri kendileri sütten çıkmış ak kaşık sanan batı basını ve propaganda örgütleri soğuk savaş boyunca köpürtmüşlerdi.

Pekiyi Sovyet iktidarlarında olumlu hiçbir uygulama yok mu? Yeni kuşaklarda yaratılan algı maalesef olumsuz. Oysa sade bir Sovyet yurttaşı için yaşam koşulları kapitalist dünyadaki büyük çoğunluktan çok üstündü. Sağlık ve eğitim hizmetleri insanlar için sonuna kadar ücretsizdi. Hastane kapısından dönen, ilaç alamayan, ameliyat olamayan kimse yoktu. Eğitim olanakları herkese ama herkese açıktı. Kitap, defter, okul, yurt hepsi bedavaydı. Devlet planlamasıyla her meslek kadrosu yeteri kadar yetiştiriliyor ve ülke ekonomisi içinde yer alıyordu. İşsiz yoktu. Konut ücreti aylık gelirin kırkta birini aşmıyordu. Devrimin başında enerji politikasını Sovyet iktidarı+elektrik= Komünizm sloganıyla özetleyen Lenin’in bıraktığı en büyük miras ucuz elektrikle doğal gazdı.

Bulgaristan Anayasasında üç mülkiyet türü vardı: Kamu, Özel ve Kooperatif mülkiyeti. Her yurttaşın bir kışlık bir yazlık, beş dönüm tarla ve bir araba edinme hakkı vardı. Bu hesaba göre ortalama tapu sayısı bizdekinden kat ve kat fazlaydı.

Örnekleri uzatmak mümkün. Bugün ülkemize günlük hizmet sektöründe çalışmak için gelen birçok Gürcü, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve İstanbul’daki Ermeni yurttaşları var. 1990 sonrası doğanların hiçbir şeyden haberleri yok. İşsizlikten savruldukları ülkelerde ekmek parası kazanmaya çalışıyorlar. 1990 öncesini yaşayanlar ise komünist dönemi özlediklerini söylüyorlar.

Tarihi ve olayları değerlendirirken nesnel olmak gerekir. SSCB çöküşünün 30. Yılında düşüncelerimi anlatmaya çalıştım. Galiba sıra neoliberalizmde…