GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
3 Ocak 2022 Pazartesi

Ne kadar lâiklik o kadar demokrasi!

İkinci Dünya Savaşı sırasında, 3 Kasım 1941 günü dünyaya geldiğimden bu yana 80 yılı aşkın bir zaman geçti. Ekmek karneli günlerden başlayan, güç koşullarda eğitim, sağlık engellerini aşarak, demokrasi ve özgürlük mücadelesini, cezaevini ve parlamentoyu yaşayan bir ömrün devamında nihayet 2022 yılını da gördüm. Bu yıl çok önemlidir dostlar! Ege’yi işgal ederek Sakarya’ya dek ilerleyen Yunan Ordusuna karşı, 30 Ağustos 1922 günü Başkumandan Mustafa Kemal’in “TBMM Orduları, İlk hedefiniz Akdeniz’dir” emriyle 15 günde İzmir’e ulaşan antiemperyalist zaferin yüzüncü yıldönümüdür 9 Eylül 1922 tarihi… 9 Eylül 1922 olmasaydı; Mudanya’dan Lozan’a uzanan bağımsızlık zinciri, Trakya ve Anadolu sınırlarını çevreleyemezdi. Bu zincir 1936’da Montrö’de İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına vurulan kilitle güçlenecekti. 9 Eylül 1922 olmasaydı 29 Ekim 1923 yani Cumhuriyet olmazdı. Cumhuriyeti peş peşe izleyen devrimler gerçekleşemezdi.

1922 ile 1950 arasındaki dönem son günlerde özel çabalarla karalansa da orta ve yüksek öğretimde yer alan derslerle yeni kuşaklara kaç yıldır anlatılıyor. Bu dönemi yazmakta uzman genç tarihçilerimizle ne kadar öğünsek azdır. Yanlışlıkla birini unutmak gibi suç işlemekten kaçındığım için isimlerini sıralayamıyorum.

Ama çok partili yaşama geçtiğimiz 1950 ile 1960 arasının, özel bir çaba ile günlük siyasette kullanıldığı ve yalan yanlış safsatalarla eski deyimle tahrif (bozma, değiştirme) edildiği için nesnel biçimde incelenmesi gerekiyor. 1961 Anayasasının getirdiği özgürlük ortamından, ilerici gelişmeleri durduran 12 Mart 1971 muhtırasına uzanan dönem de olağanüstü önemli. 12’den 12’ye, bir darbeden bir darbeye gelişen olayların son durağı 12 Eylül 1980 gününden bu yana tam 42 yıl geçti. Çarpık da olsa sanayileşmenin ve kapitalistleşmenin getirdiği sınıfsal çelişkiler ve mücadeleler soğuk savaş ortamında vahşice bastırıldı. Emperyalizm ve işbirlikçileri sessiz bir toplum yaratmak istiyorlardı. 12 Mart 1971 muhtırasının gerekçesi çok dramatik ama anlamlıdır: “Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, biz de önlem aldık.” 12 Eylül 1980 tarihi ise demokrasimizin karabasanı, yüz karası ve utanılacak sayfalarıdır.

Bu dönemleri irdelemek, incelemek salt tarihçilerin uğraşısı olamaz. Üzüntüyle yazıyorum, aydın geçinenlerden tutun, beyaz camda her gece her konuda bilgiçlik taslayan kadroluların bu dönemi yalan yanlış anlatmaları sadece cehaletten değil bilinçli saptırmalardan kaynaklanıyor. Bunların sahipleri bugün bir siyasal kampın tarafı elbette.

Ya diğerleri? Siyasal partiler sadece aday fabrikasına dönüşmemelidirler! Siyasal yaşam, yerel ve genel seçimlerinde aday olmaktan başka bir şey düşünmeyen kadroların aygıtı ve organı olamaz; olmamalıdır! Yerelden merkeze uzanan oligarşik yapılar sadece politikayı yozlaştırmıyor. 1922’den önceye dönmek isteyen, “Keşke Yunan kazansaydı” diyebilen kadro ve kişilere karşı verilmesi gereken mücadeleyi geriletiyor!

Şunun kafalara kazınması gerekir. Demokrasi ve lâiklik et ve tırnak gibidir. Lâikliğin olmadığı bir ortamda demokrasi olamaz! Lâik olmayan bir ülkede demokrasi mücadelesinin hiçbir anlamı yoktur. Kurbağaların cirit attığı bataklık ve bulanık sularda alabalık yaşar mı? Kutuplarda portakal yetiştirebilir misiniz?

***

Elimdeki kitabın adı: Topraktan Parlamentoya Muammer Erten. Adı üstünde Muammer Erten’in anıları. Kitabı yayına hazırlayan tanıdık bir tarihçi. CHP Tarihi üzerinde çok değerli çalışma ve eserleri olan Prof. Hakkı Uyar. (Yayın sırasında doçentti.)

Muammer Erten kim? Cumhuriyetle yaşıt Erten 1923 yılında Isparta’nın Atabey ilçesinde doğmuş. Isparta’nın İslâmköy’ünden Süleyman Demirel’le ortaokul arkadaşı. İki köy çocuğu Cumhuriyetin yarattığı olanaklarla parasız yatılı sınavlara girip kazanmışlar. Sonra yolları ayrılmış. Muammer Erten Ankara Hukuk Fakültesini, Demirel de İstanbul Teknik Üniversitesini bitirmişler. Muammer Erten savcılık ve hâkimlik yapmış. Manisa Salihli’de Kadastro hâkimi iken 1958 yılında Demokrat Parti’nin haksızlıklarını protesto ederek istifa etmiş ve orada avukatlığa başlamış. Aynı yıl CHP’ne üye olmuş, Salihli’nin Dombaylı köyünden delege seçilerek politikaya atılmış. 1961 yılında önseçimleri kazanmış ve Manisa Milletvekili olarak meclise girmiş. 1965 ve 1969 yıllarında tekrar seçilmiş. Ortanın solu mücadelesinde İsmet İnönü ve Ecevit’in yanında olmuş. Ecevit genel başkan olduktan sonra siyasetten çekilmiş. CHP’de Parti Meclisi ve MYK üyeliklerinde bulunmuş. Genel Sekreter Yardımcılığı yapmış. İsmet İnönü hükümetinde Sanayi Bakanı olmuş.

Bu kısa bilgiden sonra tekrar Erten’in anı kitabına dönelim. İsmet İnönü Genel Başkan, Ecevit Genel Sekreter, Muammer Erten de Genel Sekreter Yardımcısıdır. Kitabın 154. Sayfasını aynen alıntılıyorum:

“4 Mart 1967 günü Konya’da Başak sinemasında Ecevit bir toplantı yapmıştı. Coşkulu kalabalık bir toplantı oldu. Ben partide nöbetçi idim. Ecevit “Ortanın solu Hazreti Muhammedin yolu” dedi. Konya Savcılığı dini politikaya alet ettiğinden tahkikat yaptı.

İnönü’nün bu olaya çok canı sıkıldı. O günlerde Ulus Gazetesi çıkmadan önce bir kopyası da Paşa’ya gidiyordu. Ben gazetenin manşetine baktım: Ecevit “Ortanın solu Hazreti Muhammedin yolu” demişti. Beynimden vurulmuşa döndüm.

Ben gazeteyi gördüğüm sırada, sekreter hanım da Paşa’ya gazetenin kopyasını göndermişti. Telefon çaldı. Arayan Paşa’ydı. Küplere binmişti. Kendisine bu haberin gazeteden çıkartıldığını söyledim. “Orada başka gazeteci yok muydu? Bülent Bey gelince derhal Pembe Köşk’e gelin” dedi.

Akşam 22.00 sıralarında Ecevit Konya’dan döndü. Kendisine, Paşa’nın bizi beklediğini söyledim. Çok yorgun olduğunu söyledi. Aç kendin söyle dedim. Bülent Beyin telefonuna Mevhibe Hanım çıkmış. Paşa “Hemen bekliyorum” demiş.

Bülent Beyle Pembe Köşk’e gittiğimizde Paşa sinirli sinirli bir aşağı bir yukarı yürüyordu. “Sen nasıl böyle konuşursun? Sen bir adım attın, iki adım attın, onlarla kaç adıma kadar yarışabilirsin?” dedi. Bülent Bey “Paşam istifa edeyim” dedi. Paşa, “Bırak bunları, her şeyde hemen istifa edeyim diyorsun” dedi. Oradan ayrıldık.

Meclis komisyonu 15 Aralık 1967’de Ecevit’in dokunulmazlığını kaldırmadı.”

Bu bölümü noktası virgülüne dokunmadan aynen alıntıladım. Bugünlerde ünlü “Neredeeen nereye!” sözü var ya? Nereden nereye geldiğimizi yukardaki anekdot somut biçimde anlatıyor. Lâiklik ilkesinden ödün vermenin, yurttaşın dini inancını oya dönüştürmenin ustaları fırsat kollarken onlara kapı açarak yarışa katılmanın sonucu her zaman yenilgidir! Boşuna uğraştır. Sadece sahibine değil, demokrasi mücadelesine de çok büyük zarar verir.

Sözün özü: Ne kadar lâiklik o kadar demokrasi!