GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
20 Nisan 2017 Perşembe

Referandum hayaleti…

Yitik aklın ve yitik vicdanın hayatlarımıza musallat olduğu sıkıntılı bir çağın tam orta yerindeyiz. Ve böyle bir çağda, referandumla çıkıp gelen yitik akıl ve vicdan, hepimizi istiyor…
Bir referandum yaptık. Şimdi de, bu referandumun getirdikleriyle nasıl baş edeceğimizi kara kara düşünüyoruz. Ülkenin üstünde bir heyula dolaşıyor.

“Hayır” cephesinde yer alan akademisyenlerin, danışmanların, köşe yazarlarının, islamcı kanaat önderlerinin açıklamaları, önce Türkiye’nin yönetim sisteminin, ardından da rejimin değişeceğine dair güçlü bir algı oluşturdu. Her iki cenah da bu referandumun o bitmeyen tarihsel hesaplaşmanın kritik etaplarından biri olduğuna inandı.
İslamcılar rövanşın alınacağından çok emin görünüyordu. 94 yıllık hasretin son bulacağı, 200 yıldır varlığını sürdüren “batı özentisi” siyaset elitinin tarihe gömüleceği, Kemalist vesayetin biteceği gibi malum rövanş klişeleri her fırsatta kullanılıyordu. “Evet” cephesine göre, son 300 yılın en güçlü dönemindeydik, Batı çöküyordu; Türk korkusu, İslam korkusu bütün Batı’yı sarmıştı.
Ve Türkiye, bu denli radikal bir değişim ve dönüşüm sürecini, sadece 18 maddelik Anayasa değişikliğiyle gerçekleştirecekti.
Sonuç; Türkiye’nin yarısı razı, yarısı razı değil. Referandumdan çıkan sonuç belli ki çok tartışılacak.

Bu referandumda bence en dikkat çekici sonuç; Doğu tipi despotizm beklentisine toplumun yarısının “hayır” demesidir. 
Bilindiği gibi doğu toplumlarında tek adam yönetimlerinin arkasında genellikle %80, %90 gibi kitlesel destek oluyor. Dünya, Türkiye’de de böyle bir sonucun ortaya çıkma ihtimalini ciddiye alıyordu. Gelin görün ki, ülkenin yarısı buna “hayır” dedi. Toplumun yarısı, doğu toplumlarına özgü o bildiğimiz islamcı despotizmi ret etti.

Şimdi ortaya çıkan sorun ve yanıt bekleyen soru şudur; %51/%49 dengesi bu değişime izin verir mi?
Her şeyden önce, %2 fark ile kabul edilen 18 maddelik değişiklik elbet de resmen geçerlidir. Eğer ki sonuçlara gölge düşürecek bir takım karanlık işler olmadıysa… Damgasız zarf ve pusula gibi… Referandum sürecinde de tanık olduğumuz “devlet/evet” dayanışması gibi... 
Hal böyle ise, açık oy, kapalı sayımla yapılan 1946 genel seçimlerden sonra, 2017 referandumu da meşruluğu tartışmalı bir seçim olarak tarihte yerini alacaktır. 
Her neyse… Benim asıl söylemek istediğim şudur; 
Bir muktedir kafamıza vura vura bir mutabakat metnini kabul ettirecek ise, “zorunlu mutabakat” üstüne konuşmak abes…  
Ama gerçekten toplumsal mutabakat sağlamak söz konusu ise, toplumun yarısının “hayır” dediği yönetim sistemi değişikliği nasıl yapılacak? 

İnsanlığın geçen yüzyılda vedalaştığı akıl ve vicdan nihayet referandumda verilen “hayır” cevabıyla ülkemde yeniden ortaya çıktı. Artık biliyoruz ki toplumun aklı ve vicdanı, “hayır” cephesidir.
Böylece, toplumun “hayır” diyen %49’u tarihi bir misyon yüklenmiş bulunuyor. Batı’nın Anadolu topraklarından başladığını Dünya’ya göstermek ve anlatmaktır, bu misyon.
Ne ki, bütün bu olan biteni, “Biricik Efendi” olmak yolunda nihai adımları atma hazırlığı içindeki Muktedir’in külahına anlatmak durumunda olmak, atı alıp Üsküdar’a geçmiş bulunduğu da düşünülürse, meselenin en çetrefil tarafıdır.