GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Filiz SEZER
YAZARLAR
17 Şubat 2023 Cuma

Normale dönemeyiş

6 Şubat sabahı saat 04:17’den beri hayatımız bir daha asla geri dönülmez şeklinde değişti.

Bundan daha kötü bir senaryo daha yaşanamaz dediğimiz her olayın ardından mutlaka daha kötüsünü yaşamış olsak da, bir daha normale dönebilir miyiz ki dediğimiz her durumun ardından bir şekilde normalleşebilmişsek de, -depremden birincil şekilde etkilenmiş olanların travmaları bir yana-felaketin yüzlerce kilometre uzağında olanların bile yaşamlarına yerleşen bu koyu gölge kolay kolay ortadan kalkacak gibi görünmüyor. Ayrıca sormak da gerekiyor, nedir bu normal?

Yitirilen canlara duyduğumuz üzüntünün yanında hepimizde hayal kırıklığı, öfke, dehşet ve isyan yaratan pek çok şeyi -ihmalleri, ulaştırılmayan yardımları, koordinasyonsuzluğu, beceriksizliği- hepimiz takip ettik. Bunlar bir de benim tarafımdan sıralanmalarına gerek duyulmayacak kadar defalarca yazıldı, çizildi, haykırıldı. Duyanların yüreği soğuyacak gibi değil, duyup da inkâr edenler için söylenecek sözleri burada yazmak pek mümkün görünmüyor.

Ülkemiz malum, coğrafi ve jeopolitik konumuyla sadece bitki örtüsü, yer altı kaynakları gibi güzelliklerle değil insan veya doğa elinden gelen felaketleriyle de oldukça zengin. Bu felaketler arasında etkisi en büyük olanlardan 17 Ağustos 1999 depreminden sonra dilimize bir slogan gibi yerleşen bir cümle vardı: Deprem değil, çürük bina öldürür. Bu depremden sonra bana kalan ise o çürük binalardan kurtarılabilecekken ölen kaç kişi vardı sorusunun ağırlığı oldu. Demek ki sadece çürük binalar değil zamanında ulaştırılmayan yardımlar da öldürürmüş.

Üzüntümüzle ve öfkemiz ile başa çıkabilmenin en iyi yolu olarak dayanışmayı seçti birçoğumuz. Kimimiz daha örgütlü ve sistematik, kimimiz daha yalnız ve düzensiz olarak yardımlarımıza elimizden geldiğince devam edeceğiz hiç şüphesiz. Neyse ki imkanları dahilinde gönülden el uzatanlar TV ekranlarında şov yapanlardan çok daha fazla. Çok daha uzun bir zamana yayılması gereken bu yardımlaşma acımıza bir nebze olsun iyi gelse de iyi olabilmenin çok daha uzağındayız hala. Günümüzün çoğunu gözümüz kulağımız haber kaynaklarında geçirirken şu meşhur yara sarma iddialarının nasıl gerçekleşeceğini de tahayyül edemiyoruz daha. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaksa da adil bir sistemin kuralları işlemese de fizik şaşmayacak, uykusuz geceleri huzursuz günler kovalayacak. Şimdi dursun biraz dediğimiz dünya dönmeye devam edecek, yapmayı ötelediğimiz işler peşimize düşecek, ödeme günleri bir bir kapıyı çalacak, hatta inanmayacaksınız ama saç boyamızı bile yaptırmamız gerekecek, nihayetinde hayatın acımasız rutinine dönülecek. Muhtemelen de diplere doğru ittirip kaktırdığımız ne varsa en olmadık yerlerde, mesela solduğunu gördüğümüz çiçeğimizde, ütünün yaktığı gömleğimizde, evde unuttuğumuz gözlükte ortaya çıkacak ve küçük aksilikler karşısında verdiğimiz orantısız tepkiler sonrasında mutlaka bir yerlerden bitiveren acı ölçerler ne var ki şimdi böyle yapacak diyecekler.

Böyle büyük bir yıkım karşısında neler yapılması gerektiğini söyleyebilecek bir yetkim, uzmanlığım yok. Bildiklerim de mevcut duruma uyarlayabilmem mümkün olmuyor. Mesela yasın 5 evresi olarak bildiğimiz süreçleri sanki bir yenilememiz gerekiyor. İnkarın yerine bu sert gerçeği inkâr edememe, öfkeye eşlik eden bir hayal kırıklığı, yalnız bırakılmışlık, isyan gibi ek evreler gerekiyor gibi.

Karamsarlık, umutsuzluk ve hayal kırıklığı her yeri sardığında aklıma “hiçbir şeyi değiştirememiş olmaktan kaynaklanan ve mücadele etmekten vazgeçmekle sonuçlanan bir aydın depresyonu” olarak tanımlayabileceğimiz Zweig sendromu gelir. Yazdığı kitaplar ve çalışmalarıyla çok fazla sayıda insanı etkilemiş olan edebiyatçı, filozof ve mevzu bahis sendromun isim babası Stefan Zweig 2. Dünya Savaşı sırasında içine düştüğü buhrandan çıkış yolunu ancak intiharda bulmuştur ne yazık ki.

Zweig’ın bu kadar genç yaşta ölmüş olmasına çok hayıflanıyor ve insan yaşamını yegâne kutsal olarak gören biri olarak hayatta her zaman daha farklı bir seçenek olduğuna yürekten inanıyorum. Bu yalnızlık duygusunu da aşabilmenin temelinde dayanışma olduğunu düşünüyorum. Çünkü ilişkisel bir varlık olan insanı paylaşma -sadece yapılması gerekenleri değil duygularımızı da paylaşma-, birlikte üretme ve yardımlaşma iyileştirir. Bu bozuk düzeni iyileştirmenin de tek yolu bu hedef yolunda belirlenmiş bir program ile hareket edebilmek ve örgütlenebilmektir. Meslek odaları başta olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının yardımlarda ne kadar hızlı hareket edebildiklerine de birlikte verilen tepkilerin de ne kadar etkili olabildikleri bu depremde tekrar gördük. Umuyorum ki zihinlerde adeta bir masal canavarıyla özdeşleştirilmeye çalışılan örgütlülük fikriyle tekrar barışır ve iktidarların karar verme süreçlerinde daha aktif rol alabiliriz.