GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
22 Mart 2016 Salı

Ne filmler gördük biz...

Aniden umutlanıverdim gelecek için… Elbette Brüksel’i de kana bulayanlar cezasını bulacak, elbette adalet bizim güzel ülkemizde de önünde sonunda yerini bulacak…

***

Bir zamanlar –işin içine sponsorları sponsor olduğuna pişman edenler karışmadan önce- İzmir’de de film festivalleri yapılırdı… Ne filmler gördük biz o festivallerde…

22 Mart sabahının unutamayacağımız bir sabah olduğunu düşünüyorum bugün… Ve de aklımda o film Fahrenheit 451…  Neredeyse sinema gösteriminden 20 sene sonra şimdi artık olmayan Kordon’daki İzmir Sinemasında izlemiştim bu filmi…

Filmde de kitapların tamamıyla yasaklandığı otoriter bir gelecekte itfaiyecilerin görevi artık yangın söndürmek değil, gizli saklı okunan kitapların peşine düşmek, bulduklarını da yakarak imha etmektir. İnsanlar nesillerdir hiç kitap yüzü görmemişlerdir ve yazılı kültür tamamen ortadan yok olmuştur. Bu mizansen filmin jeneriğine de yansımıştır: Filmin açılışında oyuncuların ve teknik ekibin adları akan yazılar şeklinde değil de  tarafından sözlü olarak verilir. Filmin (ve romanın) özgün adında geçen "Fahrenheit" İngilizce konuşulan bazı ülkelerde kullanılan bir sıcaklık ölçü birimidir ve 451 Fahrenheit, yaklaşık 233 santigrad derecesine karşılık gelir. Bu ısı derecesi, filmde kitapların tutuşmaya başladığı alt sınırı belirtmektedir.

Guy Montag işini seven bir itfaiyeciydi. On yıldır eline geçen kitapları yakıyordu. Gecenin bir yarısında yola çıkışlarını, alevlerin kitapları yutuşunu hiç sorgulamamıştı… Ta ki insanların korkusuzca yaşadıkları bir geçmişi anlatan o 17 yaşındaki genç kızla karşılaşana dek...

***

İlki, beklenen soru…

Fahrenheit 451 nedir?

Yanıt gayet sadedir: Kağıdın yanmaya başladığı sıcaklığın derecesi.

İkinci soru, çok ince bir sorudur:

İtfaiyecilerin eskiden kitapları yakmadıkları, tam tersine ateşi söndürdükleri doğru mu?

Montag şaşırır, böyle düşünmek çok hatalıdır, der, çünkü zaten tüm evler ateş-korumalı.

Ardından son soru gelir. Soruların en masumu.

Kitapları niçin yakıyorsunuz?

İtfaiyeci bilindik bir şey söylermişcesine omuzunu silker, diğerleri gibi bir iş işte, der:

Pazartesi Miller, Salı Tolstoy, Çarşamba Walt Whitmann, Cuma Faulkner, Cumartesi ve Pazar da Schopenhauer ve Sartre. Kül olana dek yakarız, sonra küllerini de yakarız. Bu bizim ilkemiz!

***

Bu karşılık, yukarıdaki sorunun yanıtı değildir. Evinin kapılarını Mondrian’ın renk ve çizgilerinin süslediği Montag, ne yazık ki bu sorunun yanıtını daha önce hiç düşünmemiştir. Hiç kitap okumamıştır çünkü. Lakin o soru bir gün karşısına çıkacak, yaktığınız kitapları hiç okudunuz mu, sorusuyla birlikte tüm yaşamı kökünden değişecektir. Mondrian gibi dördüncü boyutu arama pahasına üç boyutu, yani yaşamı, yani insanı nasıl yok s aydığını kitaplarla irtibata geçtiğinde ancak fark edecektir.

Montag'ın hayatındaki bütün yanlışlar doğrularla yer değiştirir o andan sonra... İşini, eşini, yaşayışını yeni bir gözle değerlendirir. Önünü alamadığı duyguları onu, asla tahmin edemeyeceği şeyler yapmaya iter.

Montag’ın karşılıksız bıraktığı sorunun yanıtı, itfaiyecilerin başkanı tarafından dile getirilir:

Kitaplar insanları mutsuz ediyor.

Bu sefer soru sorma sırası Montag’a gelmiştir:

- Niçin?

- Çünkü kitap okumak onları toplum-karşıtı (anti-social) yapıyor.

***
Tarih boyunca iktidarlar kendi zayıflıklarının farkında olmuşlar, güçlü bireyselliklerin gelişmesine asla izin vermemişlerdir.

22 Mart Türkiyesine bakarak haksız mıyım bu filmi düşünmekle… Umutluyum  her şeye rağmen çok umutlu….