GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
30 Ocak 2015 Cuma

‘İzmir'in psikolojisi bozuk!’

“Geçtiğimiz günlerde İzmir'i yakından ilgilendiren iki gelişme oldu.
Birincisi kent, Kocaeli'ni geride bırakarak İstanbul'un ardından Türkiye'nin en yüksek vergi ödeyen ikinci ili haline geldi.
İkinci gelişme ise uluslararası boyuttaydı.
Dünyaca bilinen düşünce kuruluşu Brookings Institution'ın raporuna göre İzmir, 2014 yılında 300 kent arasında dünyanın gelişen kentleri arasında ikinci sırada yer adı.
Bu iki 'başarı', İzmir'i yönetenler tarafından 'havada' kapıldı. Bu iki olgu, 'İzmir'in gelişmesini durdurmak isteyen içimizdeki İrlandalılar'a verilen bir yanıttan… 'Kentin önlenemez büyümesinin dünyaca kabul edildiği' tezine kadar ‘ifadesi farklı’ ama ‘özde aynı’ savunulara büyük kaldıraç oldu.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar ve diğer sivil toplum kuruluşları, İzmir'i 'dünya ikincisi' yapan raporla ilgili açıklamalar yaptılar. Sosyal paylaşım sayfasında birçok kentin fotoğraflarını beğenip paylaşan İzmir'in en yüksek mülki amiri İzmir Valisi ise bu raporla ilgili suskun kalmayı tercih etti.
Peki bu raporlar ve ardından yapılan açıklamalar bize ne söylüyor?
İzmir hem vergisini ödeme, hem dünyada gelişme hızında ikinci olarak büyük bir sıçrama mı yaşadı?
Bizim görmediğimiz, hissetmediğimiz bir atılım içinde mi yaşadığımız şehir?
'O kadar 'sessiz ve derinden' ilerliyoruz ki; belki, bunu ancak Amerika'daki bir enstitü fark edebiliyor!
Keşke gerçekler böyle olsaydı; biz hissetmesek, görmesek de bu kent hızlı ama planlı şekilde kalkınsaydı!
Bakın, Brookings Institution'ın bizi dünya ikincisi yaptığı kentin… Geçen yıl İzmir'in turizm rakamı 4 yıl öncesine düştü. Yıllardır 1.5 milyon turist hedefleyen kent, geçen yıl 1 milyon 294 bin kişi ağırladı.
Yine geçen yıl teşvik adaletsizliğinden dolayı birçok yatırım ya İzmir'den başka illere kaçtı ya da İzmir'e gelmesi gereken yatırımlar kenti teğet geçti.
Yine 2013 rakamına göre Türkiye'nin işsizlik oranının en yüksek olduğu 7. il İzmir.
2014 rakamlarını TÜİK henüz açıklamadı ama Amerika'daki enstitüye göre istihdam oranımız yüzde 6.6 artıp 1 milyon 613 bini geçmiş. Yani bir yılda 100 bin kişiye iş sağlanmış.
Rapor şunları da söylüyor; Kişi başı gelirde İzmir 300 kent arasında 246’ncı, istihdamda ise 120. sırada.
Listede İzmir'in hemen arkasından İstanbul, Bursa, Ankara geliyor. Bu şu demektir; Enstitü Türkiye'nin gelişme hızını topluyor, büyük kentlere bölüyor.
Gelelim vergiye…
İzmir'in ürettiği verginin yarısı sigara endüstrisinden geliyor. Sigarada alınan yüksek özel tüketim vergisi, İzmir'i rekortmen yapıyor. Yoksa yeni sanayi tesisi kurulup yeni vergi ve istihdam kaynakları yaratıldığı için değil.
Türkiye 2011 yılında da aynı düşünce kuruluşunun raporuna göre dünyanın en hızlı gelişen 4. kenti oldu. Bu argümanı EXPO 2020 adaylığı sürecinde bol bol kullandık. Zaten sorun da önümüze sürekli EXPO gibi, en hızlı gelişen kent gibi argümanlar konması. İki defa EXPO'ya aday olmuş bir kent olarak turizmde başarımız, uluslararası arenada gücümüz ortada. Bu 'manivelalar' kentin altyapı, sanayi, kentsel dönüşüm ve turizm yatırımlarında hiç de yeni umutlar yaratmıyor.
Öyleyse neden İzmir ile ilgili her 'olumlu' değerlendirmeye, altına arkasına bakmadan balıklama atlıyoruz? Çünkü İzmir'in sorunları var. Hem de ağır derecede psikolojik.
Bu ülkeyi yöneten siyasi iktidar ve bürokratları, her fırsatta kente 'vurmayı' seçiyor. Hatırlarsınız, İzmir'e gönderilen bir Çevre İl Müdürü, kenti uçaktan ‘Somali'nin başkenti Mogadişu'ya benzetmişti. Kente söz verilen yatırımlar yapılmıyor. Ankara ve İstanbul'un metrolarını hükümet üstlenirken, İzmir'dekileri yapmak yine belediyeye kalıyor.
İşte bütün bu çelişkiler İzmir'in 'ruh halini' bozuyor.
‘Savunma’yla ‘övünme’ arasında bir türlü doğru yolu bulup ilerleyemeyen bir kentin sakinleri olarak, yeni bir atılımın kudretini damarlarımızda ve ruhumuzda bulamıyoruz…”
*
Aslında dün başladığımız konuya bugün farklı cümlelerle giriş yapıp devam edecektim ama Egedesonsöz’ün Ekonomi Muhabiri olan sevgili Sinan Doğan’ın konuyla ilgili yazdığı -başlığı da ona ait- bu notlar, fikrimi değiştirdi. Genç meslektaşımın cümleleriyle açılışı yapıp bazı eklemelerle yetinmeyi seçtim.
Ekleyeceklerim şunlar…
Söz konusu araştırmayı yapan enstitünün açıkladığı sonuçlarla öyle bir algı yaratılmak isteniyor ki, sanki biz dünyadaki 300 metropol kent arasında en gelişmiş ikinciyiz! Keşke olsak! Burada sözü edilen ikincilik kriterleri kimin/kimlerin işine yarıyor; yarıyor mu onu dahi bilmiyoruz ama bu kentte yaşayanlar, ‘dünyanın en gelişmiş ikinci kentiyiz’ algısının farkında değil. Farkında olması için çoğunluğun yaşam kalitesinin iyi olması… İnsanların içinde yaşadıkları çevrenin niteliklerinin iyileşmesi, kentin pek çok fırsat sunması, bireylerin ve grupların refah içinde olma durumunu yaşamaları gerekiyor çünkü.
Ülkelerin gelişmişlik düzeyine, kişi başına düşen milli gelirine, okullaşma oranına, kişi başına düşen doktora, yoksulluğa, işsizliğe, bölgesel eşitliğe, gelir dağılımındaki adilliğe vs. bakarak karar veriyorsak eğer; bir kentin gelişmişlik düzeyinde de benzer tablonun peşine düşmemiz doğal değil midir?
İşte bu yüzden ‘kapitalizmin paradan başka ölçütü olmayan etiket takma yönteminin yarattığı kalıplara’ göre konuşanların sözleri, bizim gibi sıradan vatandaşa ‘e bu gelişmeyi biz niye göremiyoruz’ dedirtiyor. Nasreddin Hoca misali ‘Şu havaya kaldırdığım kedi gelse gelse iki okka gelir. Eğer elimdeki şey kediyse, ciğer nerede? Yok bu şey ciğerse, kedi nerede?'' sorularını sordurtuyor. Biz ikinci sıradaysak, niçin ikincilik düzeyine uygun yollarımız yok? Niye kaldırımlarımız Çıfıt çarşısı gibi? Niye caddelerimizde sokaklarımızda çöp yığınlarını eşeleyenler artıyor, niye ulaşımda salkım saçağız, niye bu kadar çok işsizimiz var? Niye süper ligde takımımız yok, niye uluslar arası ölçekte doğru dürüst bir tanecik stadımız yok? Tiyatroyu geçtim niye hala bir sineması bile olmayan ilçelerimiz var? Engellilerimizin büyük çoğunluğu niye eve kapanmak zorunda kalıyor, niye zaman zaman zehir soluyoruz ve bunun gibi daha yüzlerce soruyu ardı ardına yazdırıyor?
Söz konusu enstitünün verdiği bilgiler doğrultusunda ‘Evet bu kentte kıpırdanma var, rakamlar/göstergeler yükselişi gösteriyor, ancak bunların kentte yaşayan 4 milyon insana yansıması biraz zaman alacak, birkaç sene içinde bu yansıma daha fazla birebir  hissedilecek’ demek varken… Rakamları sanki ‘dünyanın 2. büyük kentiyiz’ şeklinde lanse etmek, gerçekliği değil, olsa olsa bir ‘kompleksi’ ifade eder kanaatindeyim.
Sadece ‘kendinden emin insanlar’ değil, ‘kendinden emin kentler’ de tevazu sahibi olmalıdır. Kaldı ki İzmir, zaten kendi çapında bir değerdir. Yaşanacak belki de Türkiye’nin en güzel kentidir. Rafinedir, her şeye rağmen demokratik iklimiyle oksijeni tükenmemiş illerin en başındadır. Kadınların tartışmasız kendini en rahat hissettiği yerdir. Ve İzmirlilerin çoğu bu değerlerin/değerlerinin farkındadır. Nasıl ki Türkiye’nin İran ya da Mısır’a üstünlüğü ‘adam başına düşen ulusal gelirle’ değil, ‘insan ve kadın öğesinin çağdaş standartlara daha yakın olmasından’ kaynaklanıyorsa, İzmir de bu anlamda övünç duyulacak kentlerin başındadır.
Göz var, izan varken; kişi başına düşen gelire ve onun ne ölçüde adil dağıtıldığına bakmadan/aldırmadan konuşup sanki İzmir dünyanın (rakamlarla) en gelişmiş kentidir algısı yaymaya çalışıp ‘böyle düşünmeyenler de içimizdeki İrlandalılar yani kent hainleridir’ demek… Ayıptır, günahtır, hem adalet, hem terbiye sınırlarını aşmaktır. İyimserliği değil, bir kompleksi yansıtmaktır. Moral vermek değil, moral bozmaktır. Kataraktlı muamelesi çekmektir.
Bu kentin ‘pembe gözlüğe’ ihtiyacı yok; bu kentin ‘gerçekliğe’ ihtiyacı var. Bardağın dolu tarafına bakıp Büyükşehir’e, boş tarafına bakıp hükümete çarpmaya ya da tam tersini yapmaya değil. Birbirimizi cilalamaya, iyi olduğumuzu söyleyince iyi olacağımızı söyleyen tavuk suyu masallarına değil, özgüvenli/kompleksiz insanların sahici, güven veren, tutarlı açıklamalarına ihtiyacı var.
Ve son olarak…
Cumhurbaşkanımıza ve Başbakanımıza, hükümet adamlarına göre, Türkiye lider ülkelerden biri, öyle değil mi? Ekonomimiz harika, sosyal gelişmişlik desen tavan yapmış, ifade özgürlüğü deseniz gani, isteyen istediğini yazıyor, isteyen istediğini konuşuyor. Her türlü özgürlük güvence altında… Ama İzmir’in çoğunluğu buna inanmıyor. Niye? Çünkü söylenilene, verilen rakamlara değil, ‘kendi yaşadığına/gördüğüne/hissettiğine’ inanıyor.
‘Yerel’deki durum da aynen böyle! Siz hangi rakamları dayatırsanız dayatın, neye inanmamız gerektiğini veya gerekmediğini dikte edin; insanlar ceplerindeki paraya, işi olup olmadığına, sokağındaki/caddesindeki/meydanındaki değişime/değişmeyene bakar, bakıyor da. Gerisi laf-ı güzaf olur, oluyor da!
 Eğer bunun adı ‘iflah olmaz karamsarlık’sa… Ne diyeyim, sizi mi kıracağım? Deyin gitsin…