GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
4 Haziran 2014 Çarşamba

Hayata (kendine) dair…

Hayata karşı, seni incitecek/yaralayacak/kabuklarını kaldırıp kanatacak olan bütün olası saldırılara karşı zırhlarını kuşanıp gardını almış olarak sığınağından çıkarsın yola…
Kaçırdığın bahara için için söylenip yanarken, bineceğin otobüsün durakta kalkmak üzere olduğunu görüp atarsın kendini ortaya. Sonra… Yüzünü bir daha görsen hatırlayacağın şüpheli biri, o son anda bindiğin otobüsün şoförü, endişeyle sallayıp başını ‘yapmamalıydınız’ ifadesiyle, yumuşacık… “Sizler bizim için çok değerlisiniz. Bir daha kendinizi böyle tehlikeye atmayın” deyiverir…
Ve kuşandığın zırhları, o bir cümle delip geçer, yaraya ulaşır. Sana en son ‘kimin için çok değerli’ olduğunu düşündürüverir işte böyle…
Sokakta dizini parçalayıp eve koştuğunda can acısından çok; koşup canını yaktığın için annenden azar işiteceğine endişelenirken “öpeyim de geçsin” sözleriyle gözyaşlarını koyuverdiğin çocukluğundaki gibisindir şimdi.
Korunmasız, çıplak…
Çünkü, hiç tanımadığın biri sana ‘bizim için değerlisin’ demiştir. Zırh kalkmış, söz tene değmiş, yara kanamıştır artık. Zaten hiçbir zırh da ‘hayat geçirmez’ değildir…
 
Bazen binalara, bütün bu işyerlerine neden tıkıştığını unutabiliyor, hatta unuttuğunun da farkında olmuyor; ya da bunun farkına varırsa katlanılmaz bir acı vereceğini bildiği için, ‘unutmuş gibi’ yapıyor insan. Bazen de kendisine, kazandığı parayı/başarılı olduğunu tekrar ede ede, bu ‘tıkışmaya değdiğine’ ikna olmaya çalışıyor… Evden koşturarak çıkılıyor o çok mühim/önemli işlere ya.
Ama er ya da geç, bir gün, bir yerde, tüm bildiğini sandıklarınız, kendinizi inandırdığınız, ikna olduğunu sandığınız o ezber bozuluyor. Bir cümleyle cümleleriniz dağılıyor. Ve aklınıza hayatınızın, ne kadar büyürsek büyüyelim çocukluğumuz… Esas biçimlerimizi –yaralarımızı da- çocuklukta aldığımız geliyor işte.
 
Çocuklukta olan kimi şeyler, çok sonraları bir zamanda, bir anda yakalayıveriyor insanı. Bazen bir şarkı, bazen bir cümleyle, içine ılık, hazin bir şey akıyor. “Neydi bu” diyorsunuz, “Neden şimdi böyle oldum?”
Başka bir şey yazmak için otururken klavyenin başına, parmaklardan böylesine, başka bir şey çıkıyor… Çünkü bazen… Koca bir kadın –hatta anne- olsan da içindeki çocuk, ‘yaralarını öpüp geçirecek, kanayan dizlerini ılık tülbentlerle saracak’ anneyi özlüyor. İşte sırf bu yüzden, hiç tanımadığı bir otobüs şoförü ‘siz bizim için çok değerlisiniz’ deyince ağlayası geliyor.  Ve o yüzden, zırhlarından sıyrıldığın, kendini korunaksız küçük bir kız çocuğu gibi hissettiğin için… Böyle bir yazı yazılıyor…  
 
* * *
O kadar çok acı yaşıyor, bu acıları o kadar çok unutmamamız gerektiğini hatırlatıyoruz ki kendimize… Belki de en çok kendimizi unutuyoruz.
Ölümlere, kaybettiği oğullara, babalara, çocuklara ağlayan, yas tutan öyle çok insan var ki çevremizde… Belki de en çok kendimizden utanıyoruz… Capcanlı örneği varken, açık yaralar gürül gürül kanarken, çocuklukta etinize işlenmiş ya da ilk gençlikte kalbinizi dağlayıp kapanmış ama izi kalmış yaralarımıza dönüp bakmaya utanıyoruz.
Bir zamanlar defter kenarlarını süsleyerek/gülümseyerek yazılan aşk şiirlerini bile Nazım’ın ölüm yıldönümüne saklıyoruz. Hatta paylaşırken bile bir parça utanıyoruz. Dışı seni yakan bir ülkede, içe dönüp yanan ben’e bakmayı -zihnin kararttığını anlamadan- reddediyoruz. Daha hazini, bilmek istemiyoruz. ‘Ben yanmasam, sen yanmasan nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa’ diye bağırmaktan, ‘koşun… kurşun eritmeye’ çağırmaktan… ne içimizdeki aydınlığı ne de karanlığı seçemez hale geliyoruz. 
Sevda da yaşama dair… Kavga da… İhanet de… İçlenmek de… Ağlamak da… dese bile dilimiz… Yokuş aşağı taşlar gibi sürüklenmekten, iç sesimizi bastıran seslerden/kaba sözcüklerden öylesine yorgunuz ki. İşte belki de bu yüzden sırf sana ‘Siz bizim için değerlisiniz’ diyen hiç tanımadığınız birinin sesiyle bile yuvarlanabiliyoruz. Öyle şaşıyoruz ki içimizde birikenlere. Başkasına değil de bu kez kendimize ağlıyoruz. Uzun zamandır ilk kez. Sessiz bir kederle. Kendinize…