GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nuray KAYA
YAZARLAR
6 Mayıs 2019 Pazartesi

Hangisi daha kötü?

“İşsiz  kalırsam mı  kendimi daha çaresiz hissederim yoksa bu işe devam edersem mi?” diye sordu. Hangi durumun daha kötü  olduğundan emin olamıyordu.

 Bir süre öylece baktı yüzüme ve  açtı yüreğini. Sadece  ülkemizde değil dünyanın dört bir yanında  kölelik koşullarında çalışmak zorunda bırakılan milyonlarca insanın yanı sıra yine iş arayan milyonlarca insanın da duygularına tercümeydi anlattıkları.

 İnsanın insana yaptığı  işkenceyi başka  hiçbir canlı diğerine yapmıyor. Böyle anlarda karakterimiz ve  sergilediğimiz tutumla  hatırlanıyoruz.

Aklını kötüye kullanan, yaşam yeterince zorken uzlaşmayı seçmeyen, oturduğu koltukla bütünleşip kendini vazgeçilmez sanan,  kişisel hırslarına çalışma arkadaşlarını heba eden işverenler ve yöneticiler, önce dönüp aynaya bakmalı. Böyle olmayanları örnek almalı.

Ülkede  milyonlarca çalışan ve iş arayan aynı  çemberin içinde nefes almaya çalışıyor.Bırakın geleceği planlamayı bir gün sonrasını tahmin edemiyor. Güvensiz, tekinsiz ve kaos ortamında yaşam mücadelesi veriyor. Üstelik kapitalist sistemin çarkları öyle acımasız ki işveren, çalışanını iş arayanlarla tehdit eder hale gelmiş durumda.

“Bu koşulları beğenmiyorsan kapı orada” diyebilmek nasıl bir  vicdan kararmasıdır sizce?

Peki ya iş arayan milyonların çaresizliğini kullanarak mevcut çalışana,”Senin yerinde olmak isteyen binlerce insan var” demek neyle açıklanır? Yahut vasfına, deneyim alanına, özelliklerine uygun iş arayanlara  “Buna da iş beğendiremiyoruz,”  nasıl diyebiliyoruz?

İnsaların neler yaşadığını, bıçağın kemiğe ne oranda dayandığını bilmeden fikir yürütme, yorum yapma hakkını nereden buluyoruz? Ne de  kolay yargılıyoruz.

Hangi arada bu kadar kötü, acımasız  ve vicdansız olduk?

İyi ve kaliteli yaşam koşulları talep etmek sadece zenginlere has bir durum mu?

Aylık maaşıyla geçinen çalışandan daha güçlü maddi koşullara sahip olmak seni  değerli onu değersiz yapmıyor. Herkes değerlidir ve özeldir.

Nereden gelip nereye gittiğini akılda tutmak  başbaşka bir erdem bu sebeple.

Yiğidin kuru soğana muhtaç olduğu  ve  soğanı elinde bulunduranın da  akıl tutulması yaşadığı bir zamana tanık olmak, herkes için adil bir ülke mücadelesi verenlerin cehennemi tasviridir aslında.

Sevgili işverenler ve onların görevlendirdiği yetkililer, tüm mevkilerin geçici olduğunu  hep hatırlayın ne olur.

Bu ekonomik koşullarda her şey yeterince zorken sizler yaşamı güçlendiren tarafta olun.  Çalışanlarının psikolojisini anlayan, yıllık izinlerle ilgili taleplerine olumlu, süreci her anlamda  kolaylaştıranlar olun.

Çözüm bulan yönünüzle hem iş alanınızı hem insanlığınızı güçlendirin.

 Saygı duyun  sevgi alın. Dengeyi koruyun.

 İnanın  yaşama dokunmak böyle bir şey aslında. Çünkü hayat denilen şey zaman zaman unutsak da  rahme düştüğümüz an ile mezarlık arasındaki kısa bir film aslında.

 

1 MAYIS RUHU

Konumuz  ülkedeki çalışma koşullarıyken 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı da hatırlatmadan geçmeyelim. Çünkü aramızda bu tarihi günün önemini idrak etme hususunda gereksiz bir direnç gösterenler de azımsanmayacak sayıda. Kısaca özetleyeyim.

“Kanlı 1 Mayıs” olarak bilinen 1977 Mayıs’ının afişini mutlaka görmüşsünüzdür. 1 Mayıs törenleri için İstanbul-Taksim’e gelen kitlelerin üzerine hiç beklenmedik bir anda açılan ateşte 34 kişi ölmüş, 136 kişi yaralanmıştı. Bu alçak saldırıda kaybettiklerimiz, sonraki nesillere çok büyük sorumluluk da yükledi.

Daha geriye gittiğimizde süreç 1886 yılının 1 Mayıs’ına kadar uzanır. Günde 12 saat haftada 6 gün çalışan işçiler, 8 saatlik çalışma talebiyle örgütlenirler. Şikago’da yarım milyondan fazla işçi iş bırakır. Üstelik faşizmin tırmandığı bir dönemde siyah ve beyaz işçiler, el ele kol kola yürüyerek en renkli fotoğrafı verdi tüm dünyaya...

Parkların siyah işçilere yasak olduğu yıllarda ön yargılara en büyük darbe, ortak talepler ve sorunlar karşısında birleşen eller ve yüreklerden gelir. Kanlı olaylar, trajik ölümler ve sakatlanmaların yanı sıra ancak siyah ve beyazın birlikteliğiyle gerçek bir güç olunacağına tanık olur insanlık tarihi.

Uzun soluklu mücadeleler ve görüşmeler neticesinde 1889 yılında 1 Mayıs’ın bundan sonra tüm dünyada “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü “ olarak kutlanması kararlaştırılır ve 1 Mayıs 1890’da işçiler yeniden alanlara iner.

 1800’lü yıllardan bu yana insanlar  çalışma koşullarının iyileştirilmesi için mücadele ediyor. 1 Mayıs bu yüzden çok önemli.  Bunu da artık bir anlayalım.

Sevgilerimle…