Zaya ve Nadia’nın karşı karşıya geldiği o ilk sahne cesaretin tanımıyla ilgili yeni bir sorgulama sürecine sokar izleyicisini. Zira cesaret, korkusuz olmak değildir. Korktuğun halde karşındaki insana, önünde uzanan zifiri karanlığa, belirsizliğe adım atabilmektir.
Rayhana’nın yazdığı, Olcay Poyraz Bertrand’ın çevirdiği ve kocası Yves Bertrand anısına sahnelenen “Bu yaşta hala saklanarak sigara içiyorum” isimli tiyatro oyunu hikayeyi içselleştirmeyi başaran izleyicinin vicdanına, toplumun belleğine, yerkürenin magmasına doğru yakılan bir ağıttır. Gözü güzel yapanın rengi değil derinliği olduğunu hatırlatan bir işarettir.
Birini derinden değil yüzeyden sevmeyi tercih ettiğinde ya da sevmekten vazgeçtiğinde sadece iki kişi arasında kurulan o güzel bağa değil dünyanın döngüsüne de zarar veriyorsun. Yaşamla kurduğu tüm bağlarda karşısındakine “zafer kazanmak” olarak yaklaşanların hepimizin hayatında kara delikler açtığının sahnede vücut bulmuş halidir.
Tam da bu sebeplerden dolayı tiyatro oyunu, umudunu kararlılığından ve gücünü doğadan alan milyonlarca kadının yaşam mücadelesinin özetidir de bir anlamda.
Sadece oyunun geçtiği Cezayir coğrafyasında değil tüm dünyada kadınların katledilişine, özgürlüklerini kısıtlamaya yönelik adımlara çanak tutan herkese, ”Yaşamın her alanında ve üretimin tüm aşamalarında var olmayı sürdüreceğiz. Ellerini bedenimden, bakışlarını bakışlarımdan, bir lağıma dönüşmüş kelimelerini hayatımdan çek” deme şeklidir.
Sevgili Gülder Pınar yönetimindeki Tiyatro Pınarı’nın sahneye koyduğu oyun kalbimize tutulan bir ayna olduğu için bunca sevildi, beğenildi.
ÖTEKİYİM, ÖTEKİSİN, ÖTEKİ
Herkesin kendi gibi olmayanı, düşünmeyeni, yaşamayanı örselediği bir çağda birbirimizi en çok yaralarımızdan tanıyor ve yine en çok o yaralardan kanatıyoruz.
Enseyi karartmayanlar tıpkı oyundaki gibi, “Yaranı aç ve göster. Hikayeni anlat ki seni anlayabileyim” diyecek güzellikte koruyor kalbini. En kıymetlilerimizden Shakespeare belki de bu yüzden yaşadığını sığ gecelere ve sığ sevişmelere teslim etmeyecek kadar kararlı olanları, “Seni bir yaz gecesiyle kıyaslayacak mıyım?” sözleriyle kucaklayıp hikayenin dışına ve zamanın üstüne çıkıyor.
Virajı dönerken sağlam durmak sadece sahnedeki kadınlara değil hepimize çok yakışıyor.
Hayatın hem karmaşık hem de çok basit bir denklem oluşu gerçeği de gücünü buradan alıyor. Nehir, yüksek debide ne kadar akarsa aksın zamanla sakinliyor.
Yanlış yöne gittiğini anlamanın yolu da bazen oraya varmaktan geçiyor. İnsan dinlediklerini zamanından önce işitmiyor. Bedelini ödemekten korktuğun ne varsa en ağır sınavına dönüşüyor. Sen anlamamak da direndikçe de hayat, alttan alınan ders misali tekrara düşürüyor. Karşındakine zorla dayattığın her şey ilk önce seni eşiğin dışına, yaşamın kıyısına selden geriye kalan çöp misali atıyor.
Olmuşla edilen kavganın mutsuzluğu derinleştirdiğini öğreniyorsun. Bir canlıyı, annesinin gözbebeği olduğu için sevmeyi öğreniyorsun. Tezer Özlü’nün mısraları gibi yaşamdan, kentlerden, gülüşlerden geçiyorsun. Bunu hep hatırla.
Tiyatro Haftası etkinlikleri kapsamında Ünal Gürel Sahnesi’nde yeniden izleyicisiyle buluşacak oyunu izlemeyi düşünürseniz şayet, o anda bir kuşu özgür yapanın kanatları değil içindeki kararlılık olduğunu hatırlayın olur mu?
İyiliği hatırlamak, kötülüğü unutmak bir çaba gerektirdiği için zordur derler ya hani!.. Siz zoru seçin ve bir ihtimale tutunun.
Dünyayı yeniden anlamlandıranların safına yaşama kattığınız güzelliklerle katılın.
Sanat, bilim, edebiyat tüm gücünü buradan alıyor. Hayat, gerçek değerine bu şekilde kavuşuyor.
En içten sevgilerimle…
Not: Habertürk Gazetesi’nin yayın hayatına son vermesi nedeniyle bir süredir yazılarıma ara vermiştim. Bu güzel ailenin çatısı altında, dilim döndüğünce bugünden itibaren haftada bir gün yazmaya başlıyorum. İlk yazımın tebessümü ve karınca kadarınca her daim şifa niyetine… Saygı, sevgi ve dostlukla…