GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
1 Ocak 2023 Pazar

Gelecek yılbaşını görür müyüm acaba?

Bugün Pazar…

Atatürk’ü bu köşede anma ve hatırlama günü…

Bir kez daha…

Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım…

Bunu yaparken de…

“Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar” kitabının yazarı…

İzmirli araştırmacı Ahmet Gürel’i…

Saygıyla selamlayalım…

***

Bir yılı daha eskittik…

Bugün…

2023’ün ilk günü…

İzninizle 85 yıl öncesine gidelim ve…

Atatürk’ün son Yılbaşı Gecesi’ne…

Sislerin arasından konuk olalım…

Yıl; 1937…

Genç Cumhuriyet’in 1938’i karşılamasına…

Neredeyse saatler kaldı…

Başkent Ankara’dayız…

Herkes telaşla evine ulaşmaya çalışıyor…

Çankaya Köşkü’nün ışıkları…

Taaa uzaktan bile belli oluyor…

Şimdi, burada bi’refes alalım ve biraz daha gerilere gidelim…

Sonra 1937’nin son gecesine…

Yeniden döneceğiz…

***

Bu topraklar Yılbaşı Balosu’nu…

Cumhuriyet’in ilanından itibaren gördü…

Yüzünü Batı’ya dönen Genç Cumhuriyet…

İlk kez…

1026’yı 1927’ye bağlayan gece…

Tam gece yarısı…

Elektrik İdaresi’nin ilk kez Ankara’nın ışıklarını bir dakika söndürmesi ile…

Yeni yılı kutlamaya başladı…

Sonrası çorap söküğü gibi geldi…

1935 yılında ise…

31 Aralık öğleden sonra ve 1 Ocak’ın resmi tatil olması kabul edildi…

***

Atatürk 1933’ten itibaren…

Tüm Yılbaşı Baloları’nı Ankara Palas’ta kutladı…

Taaa ki, 1937’yi 1938’e bağlayan Yılbaşı gecesine kadar…

O gece hiçbir yere gitmedi…

Sadece…

Kadim dostu Doktor Tevfik Rüştü Aras’ı Köşk’e çağırdı…

Hem dertleştiler hem de “Hatay Sorunu”nu konuştular…

Unutmamak gerekir ki…

Atatürk’ün Türkiye’ye son hizmeti Hatay’ın ilhakıdır…

O gece Çankaya’da kalmayı tercih etti…

Duygu yüklü saatleri…

Bu güzel ülkeye 14 yıl Dışişleri Bakanlığı yapan…

Çanakkaleli Dr. Aras şöyle anlatıyor:

1937’yi geride bırakacağımız Yılbaşı akşamı Köşk’e çağırdı... Buluştuğumuzda ilk sözü şu oldu:

“Bu akşam bir tarafa çıkmayacağım…

Sen de suare görmekten bıkmışsındır…

Yılbaşını burada birlikte geçiririz, olmaz mı?”

Bir süre geçen yılın olaylarından

ve gelecek yılın işlerinden konuştuk…

İsmail Hakkı Kavalalı’nın (Atatürk’ün Harbiye’den arkadaşı) gelince…

Sohbet günün haberlerine dönüştü…

Sonra hep birlikte Gazi’nin giyinme odasına gittik…

Bize sevinçle…

Elbiselerinden, gömleklerinden ve kravatlarından dağıtmaya başladı…

Kendimi tutamadım; kalbimden geçenleri söyleyiverdim:

“Paşam, mendillerinize, potinlerinize (ayakkabılarınıza) varıncaya kadar bize vermekten hoşlanıyorsunuz; ne olurdu bir ay önce düşünseydik de yeni bir yıl için bütün giyeceklerinizi yeniden ısmarlasaydık ve bu gece başka arkadaşları da çağırarak elbiselerinizi, gömleklerinizi aramızda paylaşsaydık… Üstelik hepimiz bu yılbaşı gecesinin anısı olarak sizden bir şeyi üzerimizde taşırdık ve siz de yarın hep yeni giymiş olurdunuz…”

Gazi Paşa hayıflanmıştı; “A doktor, bunu niçin daha evvel düşünüp söylemedin?” dedi…

Ben de, “Zararı yok, gelecek yıl böyle yaparız…” yanıtını verdim…

Atatürk ne olumlu ne de olumsuz tek kelime etmedi…

Bir süre düşündü ve sonra dudaklarından şu sözler dökülüverdi:

“Bakalım gelecek yıla yaşayacak mıyım?”

***

Her üçümüzü de derin bir sessizlik kapladı…

Atatürk, ölümün yaklaştığını mı hissetmişti?

İçimize bu zehirli kuşku düşmüştü…

Yine de bizden önce kendini topladı ve şöyle dedi:

“Yılbaşı gecesi acıklı şeyler düşünmeyelim ve konuşmayalım…” 

***

Sonra yazlık gömleklerini ayırıp bana seslendi:

“Bunlardan da al, yazın Yalova’da yine hep birlikte oluruz da işine yarar…”

Özendirme ile…

Hem gömleklerinden almamı istiyor…

Hem de üstümüze çöken üzüntülü durumu gidermeye çalışıyordu…

Öyle cömertti ki…

Pijamalarını bile verdi…

Kavalalı, neşeli sözleriyle konuyu değiştirdi…

Gece yarısı geçinceye kadar…

Şuradan buradan konuşmaya devam ettik…

***

O gece Atatürk…

Biz ayrılıncaya kadar bi’daha o acı konuya dönmedi…

Gelgelelim…

“Bakalım gelecek yıla yaşayacak mıyım?”  sözü…

Bizi allak bullak etmişti…

O sırada…

Yüreklerimizi sönmez bir alev yakıyordu…

Çünkü…

Atatürk, ölümün yaklaştığını içinde hissetmişti…

Paylaşmak, acıyı azaltır derlerse de öyle olmadı…

Acı gerçeğe yaklaştıkça acım azalmıyor, artıyordu…

Sonunda, felaket geldi çattı…

O Büyük Adam…

Henüz orta yaşta iken bu kadar vakitsiz mi veda etmeliydi?

Birkaç yıl daha yaşayabilseydi neler olacaktı?

Ah neler olacaktı?

Hamiş: Minik hatırlatma… Gazeteci Falih Rıfkı Atay’a göre, “Atatürk’ün sofrası bir cümbüş sofrası değildi…” Adalet Bakanı Hilmi Uran’a kulak verirseniz ise, “Atatürk’ün sofrası, bilginler sofrasıydı…” Ni’tekim; Atatürk’ün sofralarında hemen her şey konuşulur ama, dedikodu asla yapılmazdı; bu tip konulara izin vermez ve hoşgörülü davranmazdı… G’nun sofrasında laubaliliğe yer yoktu… Masada rakı içilirdi ama Atatürk sarhoşluktan hoşlanmazdı…

Sonsöz: “İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu (ben) kelimesiyle ifade edemem; o ben değil, bizdir! / Gazi Mustafa Kemal Atatürk…”