GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ARI
YAZARLAR
26 Ağustos 2022 Cuma

Bir muhabere subayının gözünden büyük taarruz

Günlerce, büyük bir sessizlik içinde yürütülen hazırlık…

Gazi kararını vermişti:

Ordu taarruza kalkacak; bütün cephelerde düşmana yüklenilecek ve düşman yurdun temiz bağrından söküp atılacaktı.

Öyle ya; 15 Mayıs’tan bu yana bir ahtapot gibi kollarını açarak, o temiz bağrı düşman işgal etmiş ve yurt toprağını kirletmişti.

Türkler, kendi namuslarına uzanan o kirli eli, kırıp atmaya yemin etmişlerdi…

***

Ve 1922 yılı Ağustos ayında, bütün mevzilerde hummalı bir hazırlık vardı.

Ancak bu hazırlık öylesine gizli yapılıyordu ki; Ankara’dan cepheye hareket edecekken Türk Orduları Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Paşa önce bir futbol maçı düzenleneceği haberini yaydırmış, sonra da gizlice Akşehir’e gelerek, orada ordu komutanlarıyla saldırı planlarını gözden geçirmişti.

Ardından da büyük saldırının yönetileceği Şuhut’a gitmek üzere otomobille Akşehir’den yola çıkmıştı. Şuhut’ta önceden hazırlanmış bir konağı karargâh olarak kullanacak; savaşı da Kocatepe’den yönetecekti.

Yunan ordu karargâhı ise bütün bu olup bitenlerden ve yapılan hazırlıklardan tamamen habersiz görünüyordu…

O Akşehir’den Şuhut’a doğru yoldayken, işgal altındaki Afyon’daki orduevinde, Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis ve öteki üst rütbeli subaylar düzenlenen bir baloda eğleniyorlar; yiyip içiyorlardı.

Türkler’in hazırlığı tam bir gizlilik ve sessizlik içinde yapılıyordu:

Gün boyu derin vadilerde, ağaçların altlarında gizlenen Türk ordusuna bağlı birlikler ve nakliye kolları akşam olur olmaz, güneşin çekilmesiyle birlikte harekete geçiyorlar ve cepheye asker, mühimmat ve öteki gerekli malzeme ve donatımlar kaydırılıyordu.

Kağnı tekerlekleri ve taşıma hayvanlarının ayakları ses çıkmaması için çaputlarla sarılmıştı. Kağnı seslerinin çıkmaması için tekerlekler yağlanmıştı.

Geceleri Tük tarafında derin bir sessizlik içinde, sanki gölgeler oynaşıyordu.

Öyle ki Türkler, yirminci yüzyılın başlarında, kendi öz yurtlarında ikinci bir Ergenekon destanını yaşıyor gibilerdi…

***

O günleri bir görgü tanığı olan Astsubay Hamit Ercan’ın anılarına bu hazırlıklar şöyle yansıyordu:

Kendisi, Afyon’un Çay kazasında konuşlanmış muhabere (iletişim, haberleşme) birliğinde görev yapıyordu.

Çay, Şuhut’a yakın, iletişim için donanımı bulunan önemli bir merkezdi. Savaş öncesinde bölgenin askeri iletişimi bu merkez üzerinden yürütüyordu.

Hamit Astsubayın görevi; o dönem için telgraf, telefon ve mektupla sağlanan iletişimin alt yapısını kurmak ve yönetmekti.

Büyük Taarruz öncesi haberleşme o denli yoğunlaşmıştı ki; kıtaların posta neferleri kıtalarına çıkacak telgrafları almak için askeri iletişim noktalarında bekleşiyorlardı.

Bereket mevsim yazdı; hava sıcaktı.

Bu nedenle nerede olsa yatılabiliniyordu.

Çay’daki telgrafhanenin salonu büyük olduğundan, gelen posta neferleri burada misafir ediliyordu.

Kıtalarınca görevlendirilmiş posta neferleri, gece gündüz demeden telgraflarını alıp kumandanlarına yetiştirmeye çalışıyorlardı.

Büyük Taarruz’dan iki gün önce bağlı olduğu bölük Şuhut’a hareket emri aldı.

Şuhut’a gittiler.

Başkomutan savaşı Kocatepe’den yönetecekti.

Onlara da Kocatepe’ye gitme emri verildi.

Önce alanı incelediler:

Kocatepe’ye çıkarken, yolda Batı Cephesi karargahına rastladılar. Karargah, Kocatepe yolunda, ağaçlı bir alanda kurulmuştu.

Çok hızlı bir çalışmayla Şuhut’taki karargâhtan, Batı Cephesi Karargahına kadar on dört, Kocatepe’den karargâha kadar da üç telgraf ve telefon hattı çekeceklerdi.

Kocatepe’de zeminlik bir alanda, hızla muhabere merkezi hazırlandı. Bu merkezde bir yanda telgraf makineleri, öte yanda da santraller vardı.

Ve sonunda Kocatepe’ye çıktılar. Zeminlik bir alanda muhabere merkezi hazırlanmıştı. Bir yanda telgraf makineleri bir tarafta santraller vardı.

İki telgraf makinesi yalnız Ankara ile haberleşmek üzere kurulmuştu.

Ayrıca Kolordu karargahına da telefon bağlantısı yapılmıştı.

Hamit Astsubay, o çalışma sırasında Garp Cephesi Muharebe subayı Binbaşı Nazım’la karşılaştı.

Bu kişiyi ta Balkan harbinden bu yana tanıyordu; onunla aynı bölükte çalışmış, Nazım Binbaşı onun komutanı olmuştu.

Nazım Binbaşı, Hamit Astsubayı görünce öyle bir sevinmişti ki!

Anlattığına göre; muharebe bu noktada çok sıkışacaktı. Bu nedenle Hamit Astsubay’ı takımıyla birlikte hat döşenmesi için kendisi bölgeye istetmişti…

***

Ve büyük taarruz öncesi gün:

25 Ağustos 1922…

Anadolu’nun bütün telgraf ve telefon merkezleri artık Kocatepe ile iletişim kurabiliyordu.

Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa da maiyetiyle birlikte Şuhut’a gelmişti ve savaşı Kocatepe’den yönetecekti.

Bütün askeri birlikler gibi muhabere birliği de gece boyunca hiç uyumadı:

Haberleşmenin aksamadan yürümesi için en titiz biçimde yapılan çalışmalar gözden geçirildi ve denendi.

Gece yarısından sonra Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa ile kurmay başkanları ve öteki subaylar karargâha geldiler.

Kemalettin Sami ve İzzettin Paşalar da yanlarındaydı.

Saatler yavaş yavaş ilerledi; derken dakikalar sayılmaya başlandı:

Tan yeri ha ağardı, ha ağaracak.

Tanyeri ha ağardı ha ağaracak…

Son emirleri alıp kolordularına gittiler.

Herkes heyecanda.

***

Ve saat beş otuz.

İlk top ateşi:

Yer gök inliyor.

Ardından bütün cephelerde top ateşi başlıyor:

Top sesleri adeta gök gürlemesi gibi, derinden geliyor ve bütün ufku sarıyor; yer sarsılıyor; yerle gök sanki birbiriyle birleşti; bambaşka bir alem içinde Türkler, savaşın felaketini yine savaşla ülkelerinden defetmek için didiniyorlar.

Hamit Astsubay ve arkadaşları muharebe merkezinin bulunduğu zemindeler.

Hep sesleri duyuyorlar hep; ne oluyor, gelişmeler ne yönde, merak ve heyecan içinde bekleşiyorlar.

Sonunda dayanamıyorlar ve Kocatepe’de, zirvedeki santralde bulunan arkadaşlarına durumun ne olduğunu soruyorlar:

Aldıkları yanıt şudur:

Hiçbir şey görünmüyor;

Düşman mevzileri toz bulutu içindedir:

Yalnızca top sesleri ve arada çakmak ateşi gibi yanıp sönen top namlularının püskürttüğü alevler görülüyor.

Yeri göğü saran gürültüler, patlama sesleri arasında dakikalar ilerliyor:

Tık, tık, tık…

Gök gürlemeleri ortasında, bulundukları yerde derin bir sessizlik:

Ve ardından telefonlar çalmaya, telgraflar işlemeye başlıyor:

Başkomutana iletilmek üzere kolordular raporlarını gönderiyorlar.

Anlıyorlar ki; Türk askeri düşman mevzilerine girmişlerdir.

Ve…

Her biri bir kale gibi düşman hatlarının en ucunda bulunan tepeler birer birer düşmektedir.

Artık güneş iyice doğmuş ve yükselmiştir:

Dünyayı saran ışıklar, top ve tüfek sesleri; insan haykırışları, hayvan bağırtıları arasında Türkler’e barışı ve özgürlüğü muştulamaktadır.

(Kaynak: Sebahattin Selek, Milli Mücadele: Büyük Taarruzdan İzmir’e, Cumhuriyet Yay., 1997, C.2, s.129-131)