GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
12 Ekim 2021 Salı

Alkışlıyorum!

Ülkemizde kamu hizmetleri genellikle yurttaşları memnun etmez. Olaya sınıfsal açıdan bakarsak, iktidarda bulunan güçler işçiden, çiftçiden, memurdan, esnaftan kısaca dar gelirli yurttaşlardan çok iç ve dış büyük sermayeye, tekellere yakındırlar. Onların çıkarları her zaman emekçi halkın çıkarlarının önüne geçer. Onun için de patronların satın alamadığı yazarlar, sanatçılar, aydınlar sürekli muhalif olurlar. Bunun tersine bir olgu, eski deyimle eşyanın tabiatına aykırıdır!

Ama dilimizde “hakşinas” diye bir sözcük vardır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde bunu karşılığı “haktanır” olarak geçmektedir. Bu da “Herkesin hakkını gözeten kimse” tanımı ile belirleniyor. İçimizi ısıtan ve insanı karamsarlığından bir an için olsa bile uzaklaştıran gelişmelerden sonra muhalif kimliğimizi bir yana bırakıp hakşinas yani haktanır oluruz. Bugünkü yazımın konusunu da hakşinas olmamın gerekçesi oluşturuyor. Anlatayım.

***

18 Eylül 2021 günü Egede SonSöz’de yayınlanan yazım “Cüruf: Demir boku!” gibi absürt (saçma sapan) bir başlık taşıyordu. Cüruf sözcüğünün tarifi bana değil Türk Dil Kurumu’na aitti. Ülkemizde ve dünyada iki tür yöntemle demir-çelik üretiliyor. Türkiye’deki KARDEMİR, ERDEMİR ve İSDEMİR entegre tesisleri, demir cevheri, kok kömürü ve kireç taşı bileşimini yüksek fırınlarında 1200 derece civarında ısıtarak yassı veya yuvarlak demir elde ediyorlar. İkinci tür fabrikalar ise yüzde yüz hurda ile çalışmaktalar. Türkiye’deki hurdalar gereksinimi karşılamadığı için ABD ve AB ülkelerinden hurda satın alıyoruz. İster entegre fabrikalar, isterse ark ocaklarıyla çalışanların üretimden sonraki artığına cüruf deniyor. Cürufun TDK sözlüğündeki karşılığı da demir boku!

Bu cüruf ne olacaktır, nereye konacaktır? Metalürji sektörünün henüz çözemediği ve kolayca çözemeyeceği çok büyük bir sorundur bu. Çünkü cürufun bırakılacağı yerdeki yığınlar su ile birleşince kimyasal atığa dönüşüyor, toprağa, yeraltı sularına, bitkilere ve insanlara büyük zarar veriyor. Cürufun yol yapımında veya çimentoda kullanılacağı savı ise tam bir şehir efsanesidir! Böyle olsa bu demir boku yığınlar halinde tepeler oluşturur mu?

***

Aliağa’daki sanayi bölgesindeki demir-çelik fabrikaları kurulduğundan beri çevre sorunları yaratıyor. Dumanları tüm bereketli Menemen Ovasına yayılıyor. Bornova’ya kadar gidiyor. Hava kalitesi çok kötü biçimde bozuluyor. Çevre hareketinin ve kamuoyunun baskısı ile yıllar sonra bacalara filtre takıldı. Ama o civardan sabaha karşı bir geçin hele! Filtrelerin çalışıp çalışmadığını anlarsınız…

İkinci sorun ise bunlardan çıkan cürufun nereye döküleceği… Bu konu uzun tartışmalara neden olmuştur. İzmir 1/100 binlik planında cüruf dökme alanı Şehit Kemal Mahallesi arkasında tarım dışı bölge gösteriliyordu. Ama fabrikalar kârdan zarar etmek istemedikleri için burayı uzak buldular ve istemediler. Kendilerine Foça’nın Horozgediği-Kozbeyli-Yeniköy ve Ilıpınar mahalleleri arasında, içinde su kaynakları, zeytin ve çam ormanları bulunan ve adı bile çekici olan Gölyüzü’nü seçtiler. “Cüruf Geri Kazanımı, Beton Parke ve Bordür Yapımı, Dolgu Malzemesi ve Cüruf Depolama Tesisi” adında kurulan şirket İzmir Valiliğine başvurdu. Valilik 14 Temmuz 2011 tarih ve 1005 sayılı kararıyla “Çevresel Etki Gerekli Değildir” belgesini başvuru sahiplerine verdi. Bu karara karşı o günün Foça ve Menemen Belediyeleri ile Ziraat Odaları ve özel kişiler yargı yoluna gittiler. Üzülerek yazıyorum daha davalar devam ederken İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi, 14 Haziran 2013 tarih ve 97509404.301.868 sayılı kararıyla Gölyüzü’nü “Cüruf Depolama ve Cüruf Geri Kazanma Alanı” olarak belirledi!

***

O günden bu yana sözcüğün tam anlamıyla çevre felâketi başladı. Cüruflar depolanmıyor üst üste yığılıyordu. Önce Ilıpınar sonra Kozbeyli’den saat başı geçen damperli kamyonlar çevreye korkunç gürültü yayarak yerli turistlerin şaşkın ve üzgün bakışları önünden geçiyor trafiği allak bullak ediyorlardı. Kimseye dert anlatmak olası değildi. Cüruf tepelerinin önünde çevreciler birçok eylem yaptılar. FOÇEP ve EGEÇEP toplandılar, yazdılar, çizdiler… Bunlar yetmedi… Fabrikadan çıkan sıcak cüruflar orman yangını da çıkarttı! Canım zeytin ağaçları, toprak, su; doğanın bize sunduğu her güzellik hunharca ezildi, yok edildi. Civardaki köylüler evlerinin önünde çamaşır asamaz hale geldiler; soludukları hava onları bunalttı, hasta etti.

***

18 Eylül 2021 günü yazdığım yazıda bunları dile getirerek İBB Başkanı Tunç Soyer’i göreve davet ettim. Yakından bildiğim çevre duyarlılığını kanıtlamasını istedim. İzmir Büyükşehir Belediye Encümeni birçok kez isim değiştiren şirketin cüruf depolama tesisini faaliyetten menetti. Şirketin 1. Sınıf Gayrı Sıhhi Müessese kapsamında kalan ve işyeri açma ve çalışma ruhsatı olmadığını da tespit etti. Kararda “Bugüne kadar sunduğu bilgi-belge ve taahhütlerin aksine cürufun nihai bertarafı amaçlı depolama yaptığı, yangınlara ve bölgenin çevresel sorunlardaki artışa sebebiyet verdiği tespit edilmiştir” denildi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi yıllar önce yaptığı hatayı geç de olsa telâfi ederek çevrenin daha fazla tahribine engel olmuştur. Bu karar nedeniyle Başkan Tunç Soyer’i ve encümen üyelerini hakşinaslık görevim gereği kutluyorum. Zararın neresinden dönersek kârdır. Ama Gölyüzü’ndeki bu yığınlar ne olacak? Sanırım bu görev de Çevre Bakanlığı’nın. Şimdi görev sırası çevre bakanında. Bakalım ne yapacak?

***

Bu satırlarımı okurken bazı kişilerin “Ne yani ülkemiz kalkınmayacak, sanayileşmeyecek mi?” diye kaşlarını kaldırdıklarını görüyor gibiyim. Onlara da söyleyecek birkaç sözüm var.

Tema tarafından yayınlanan ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nin değerli hocalarından Prof. Necmettin Çepel’in yazdığı Çevre Koruma ve Ekoloji Terimleri Sözlüğünde Sürdürülebilir Kalkınma şöyle tanımlanıyor:

“Doğal kaynakların sürekliliğini tehlikeye düşürmeden gerçekleştirilen ekonomik kalkınmadır”

Efendiler, sürdürülebilir kalkınma gerilerde kaldı. Kâr hırsıyla doğaya o kadar hor baktınız o kadar çok tahrip ettiniz ki; şimdi insanların “sürdürülebilir yaşam hakkı” gündemde… Siz sanayileşme adı altında nereden nasıl para kazanırım içgüdüsü ile doğayı yer ile yeksan ettiniz!

Kızmayın hemen. İki örnek meramımı anlatmaya yetiyor. Başta Karadeniz olmak üzere dünya güzeli derelerin üstüne kurduğunuz HESler var ya… Onların Türkiye’nin tüm elektrik üretimine katkısı ne kadar biliyor musunuz? Sadece yüzde üç buçuk! Ama ülkemizde elektrik kayıp kaçağı ise en az yüzde 15…

Amaç kalkınma veya sanayileşme değil. Mücahitken müteahhit olanların ceplerini biraz daha doldurmak! Ben de “sanayileşme enayileşme değildir” deyince öfkeleniyorsunuz.

İster dindar ister inançsız olun hiç fark etmiyor. Torunlarınıza bırakacağınız böyle bir dünya vicdanlarınızı hiç rahatsız etmiyor mu? Onların beddularından veya lânetinden hiç korkmuyor musunuz?